29 Ağustos 2014 Cuma

Şanzelize Caddesi / Avenue des Champs-Élysées - PARİS GEZİ YAZI DİZİSİ #15




Paris gezimizin, Şanzelize olarak okunan ama Fransızcada Champs-Elysees olarak yazılmayı nasıl başardığını her defasında şaşkınlıkla sorguladığımız meşhur caddesinin yazısına geldi sıra. Ben bu yazımda eğer sizler için de uygunsa Champs-Elysees yerine kendisinden kısaca Şanzelize Caddesi olarak bahsedeceğim. Gerçekten, her defasında Champs-Elysees diye yazıp, içimden Şanzelize olarak okuyamayacağım, yok, olmayacak :)


Tarihi geçmişi sorgulanamaz şekilde dolu, Paris'in geçmişi boyunca pek çok önemli olaya evsahipliği yapmış, savaşlar görmüş geçirmiş, üzerinde sürekli değişiklikler yapılmış, dünyanın en meşhur caddesinden bahsediyoruz. Ancak ne gezerken, ne de döndükten sonra merak etmedim şu Şanzelize'nin tarihi neymiş diye... Şimdi bu yazıyı yazmadan önce internette biraz turladım ki hem size hem de kendime biraz bilgi katayım... Olmadı... Okurken bile çok sıkıldım... Bu nedenle size bugün tarihi bilgi veremeyeceğim, Google amcamıza sorarsanız binlerce kaynak çıkartıyor karşınıza, eminim o kaynaklarda benden çok daha güzel anlatmışlardır.

Ben size Şanzelize caddesinin bugünkü modern halini biraz anlatmak istiyorum. Şanzelize caddesi 70 metre genişliğinde, 1.9 kilometre uzunluğunda, dümdüz ve upuzun bir cadde. Gerçekten de nereden bakarsanız görebileceğiniz, Concorde meydanı ve Arc de Triomphe arasında yeralan Paris'in kalbi niteliğinde. Turistleri ve dünyayı ilgilendiren kısmı ise her markanın en büyük, en ünlü mağazalarına evsahipliği yapması, sıra sıra dizilmiş restoran ve kafeleriyle damaklara hitab etmesidir sanıyorum ki... 


Her şeye muhalefet yapacağım, kulp takacağım ya... Buna da takmasam olmaz değil mi... Biz Şanzelize caddesini hiç beğenmedik desek :) Tamam, fikir olarak şahane, dünya çapında bir yer ama bize hitab etmedi... Caddede bulunan pekçok marka zaten ülkemizde ya da dünyanın her yerinde mevcut (tamam bu mağazalardaki ürün seçimleri farklı, kabul), restoranlar deseniz de öyle bulunmaz hint kumaşı tadında bir şey değil... Bir de yukarıda anlattıklarımı merak eden bizim gibi her turist de buraya akın etmiş, insan selinden yürüyemiyorsunuz malesef... Hatta bize çok inanılmaz geldi ama usul böyle demek ki, Louis Vuitton'un Şanzelize mağazasının girişinde kuyruk vardı! Bildiğiniz kuyruk! Dizmişler insanları kapıya, tek tek alıyorlar içeriye! İşte tam da bu nedenlerle, temsil ettiği hayat, müze sırası bekler niyetine aptal bir çantayı görmek ya da almak için kapısında kuyruk olmuş insanlar nedeniyle sevmedik biz Şanzelize'yi... 

Usulen görevimizi yaptık, başından sonuna yürüdük, mağazalara baktık, birkaç yere girdik, eşimin isteği üzerine Mercedes'in mağazasını atlamadık ve sonunda oturup bir yerde kahvemizi de içtik... Tamamdır, yetti bize :)


Hiç sevdiğin bir şey olmadı mı Şanzelize'de derseniz, tabiki oldu... O da caddenin iyi yanında süzülen yemyeşil ağaçlar...  Hem caddede yürürken gölgeniz oluyor, hem de öyle bir beton yığınının içerisinde insana can veriyor... Kesin bilgi yayalım, Kızlı Erkekli Kedili ailesi beton değil, ağaç seviyor :)


Bir de caddenin bir özelliği var ki Fransızların meşhur 14 Temmuz Bastille gününde her yanına tribünler kuruluyor ve askeri geçit töreni gerçekleştiriliyor. Bastille günü ne derseniz, Fransız milli bayramıymış ve Fransız devriminin başladığı günü temsilen her yıl 14 Temmuz'da büyük törenlerler kutlanırmış. Biz de Paris seyahatimizden 13 Temmuz'da döndüğümüz için kutlamalara malesef ki yetişemedik. 



 

* Tüm Linkler Ayrı Pencerede Açılır *








27 Ağustos 2014 Çarşamba

La Defense, Paris'in Modern Yüzü - PARİS GEZİ YAZI DİZİSİ #14


Paris denilince aklımıza kesme taşlı evler, Fransız balkonları, cam önündeki çiçekler, aynı boyda dizi dizi sıralanmış evler, pastane kokularının sokaklara yayıldığı bir ortam, kırmızı ruju ve uçuşan etekleriyle sakin sakin sokaklarda yürüyen güzel hanımefendiler, zarif giyimli yakışıklı beyfendiler gelir... Tabiki günümüzdeki her şehir gibi Paris de bu eski zerafetini kaybetmiş; en azından bu kadar değil artık :) Ancak bir şeyini kaybetmemiş, o da mimarisi ve şehir düzeni...

Turistik alanlardaki reklam kısıtlamaları, yenilenecek ya da yeni yapılacak binalara getirilen görsel kısıtlamalar derken şehir halen eski yapısını geliştirerek koruyor. Baktığınızda farklı, gözü yoran, bunun burada ne işi var dediğiniz hiçbir şey yok burada... Ülkemizde olduğu gibi gecekondunun yanında gökdelen, gökdelenin yanında apartman, apartmanın yanında tarla, tarlanın yanında lüks ofisler, şeklinde eğri büğrü değil hiçbir şey... Sırf Paris'in fotoğraflarına bakarak bile öğrenebileceğimiz ve örnek alabileceğimiz öyle çok planlama becerileri var ki...


Bu girişten sonra konuyu bağlamanın zamanı geldi :) Gelişen ekonomiler, farklılaşan hayat tarzları, ilerleyen tarihler gereği Paris'in ufak da olsa yeni bir yüze ihtiyacı yok mu sizce de? İşte Paris de bunu düşünmüş ve 1958'te ilk inşaasına başladığı La Defense'i yaratmış. La Defense, ismini Prusya savaşı sırasında Almanlara karşı Paris'i savunmak için yapılan mücadeleden ve anısına dikilen heykelden almaktaymış.

La Defense dediğimiz yer Paris'in dış kısmında bulunan, Paris'in modern iş merkezi bölgesi. Paris şehir bölgesinde inşaasına izin verilmeyen gökdelenleri bu bölgede yaratmışlar. Hatta sizinle öğrendiğim ufak ama dudak uçuklatan birkaç teknik detayı da paylaşmak isterim ki bölgenin özelliğini aklınızda daha iyi canlandırabilin... 5.6 Milyon metrekare üzerine kurulmuş, 72 adet gökdelen barındıran, 180.000 günlük çalışanın bulunduğu, 3.5 milyon metrekare ofis alanı ve 1500'den fazla dünya çapındaki şirketin merkez ofislerine ev sahipliği yapan, gerçekten de dev gibi bir merkez burası. Bu rakamları telaffuz edince keşmekeş kalabalık, pis, ortalıkta koşuşturan iş insanları, korna sesleri, trafik çilesi ve gürültüsü geliyor akıllara. Ancak pek de öyle değil... Çünkü bu merkez ilk inşaasına başlandığı andan itibaren geleceğe yönelik planlanmış. Trafiksiz kocaman bir meydan, bu meydanda bulunan açıkhava müzesi, sağda solda yeşillikler, her köşe başında sanat eserleri, alttan geçen tren hattı, yaya yollarıyla birbirine bağlanan gökdelenler, büyük yeraltı otoparkları ve geniş yollarıyla her geçen sene daha da yerine oturmuş ve günümüzdeki halini almış... Bu nedenle de böyle bir iş merkezine göre çok sessiz, sakin ve inanılmaz güvenli bir bölge. 2015'e kadar planlanan süreçte ise alanın daha da genişletilmesi, yeni inşaatlar, trafik ve ulaşım için iyileştirme çalışmaları devam ediyormuş.

Şehirin tarihi yapısını bozmadan (ve hatta hep koruyup güzelleştirerek) bir yandan da modern ve dünya çapında bir iş merkezi yaratıyor olmak, her anlamda takdir edilecek  bir zeka ürünü olduğunu düşünüyorum. Bu konuda internette gezinip, hakkında bilgi toplarken karşılaştığım ama doğruluğunu teyid edemediğim bir nokta da şöyle: "Paris her anlamda ne kadar iyi olsa da bilhassa kanalizasyon altyapısı bakımından dünyanın en eskisiymiş ve böyle büyük binaları taşıyamazmış. Tam da bu nedenle eski kanalizasyon yapısının bulunduğu şehir merkezine bu yapıları yapmalarının zaten imkanı yokmuş ve sıfırdan kurdukları yapıyla şehirdışında inşaa etmişler." Bu açıklama çok mantıklı gelse de ben hala şehirin dokusunu/yapısını bozmamak adına dış kısıma kurulduğunu düşünüyorum, böyle daha güzel oluyor :)


Lafı her zamanki gibi çok uzattım, biliyorum... Bizim La Defens tecrübemizi anlatmamın vakti geldi :) Paris gezimizin neredeyse yarım günden fazlasını bu bölgeye ayırdık. Bilhassa böyle farklı bir Paris bölgesini görmeyi çok istedik. Bu nedenle Paris ulaşımında çok büyük yeri olan RER trenleriyle La Defense durağında indiğinizde hooop diye merkezine düşüyorsunuz. Trenden indiğinizde yeraltında bulunan durakların ve alışveriş dükkanlarının ortasında buluyorsunuz kendinizi. Kalabalıkları ve tabelaları takip ederek yeryüzüne çıkıyorsunuz. Günışığına ulaştığınız noktada ise sizi kocaman bir meydan, çevresinde ışıl ışıl parlayan gökdelenler ve meşhur Grande Arche karşılıyor.

Meydanda durup şöyle bir etrafınıza baktığınızda pekçok ünlü firmanın isimlerini görüyorsunuz binaların üzerinde. Bununla beraber o betonların arasına nasıl yerleştirmeyi başardıklarını anlamadığınız şekilde yeşil de var ortalıkta... Biz de tüm bu anlattığım süreçlerden, şaşkınlıklardan ve "Paris'teydik biz, nereye geldik şimdi" hislerini yaşadık.


Ardından bu bölgede bulunan ve Amerikan alışveriş mantığını temsil ettiği söylenen meşhur alışveriş merkezi olan Les Quatre Temps'e girdik. Öyle ahım şahım, bizde her köşe başında bulunan alışveriş merkezlerinden pek farklı olmayan, hatta daha gösterişsiz bulabileceğiniz bir yer. Yine de bizim hoşumuza gitti... Yemek yiyebileceğiniz pek çok yer var. Biz de önce yemeğimizi yedik, ardından alışveriş merkezini güzelce turladık ve kendimizce biraz alışveriş yaptık. Bu Paris'te alışveriş konusunu ayrıca bir yazıda sizlerle paylaşıp, kendi tecrübelerimizi anlatacağım ve her yazının altına linkleri ekleyeceğim. Bu nedenle alışveriş konusuna şuan girmek istemiyorum. Neyse, bolca mağaza dolaştıktan sonra güzel meydana bakarak kahvelerimizi de içtik. Artık ayağımızda derman, cebimizde paramız kalmadığı noktada buradan çıkmak gerektiğine karar verdik ve güneş iyice çekilmişken attık kendimizi dışarıya.

Biraz meydanda gezindik, gökyüzündeki gökdelen çizgisini izledik, La Grande Arche'a doğru yürüdük, manzaraya baktık, sağda solda serpiştirilmiş modern heykellerle tanıştık, selamlaştık... Sonra her zamanki gibi yağmur başladı :) İşte bu noktada kendimizi yine yeraltına sürükledik ve yeni maceralara yol aldık :)

Not: Eiffel Kulesi'ne çıktığınızda ileriye bakarsanız La Defense'in meşhur gökdelenlerini uzaktan görebilirsiniz. Biz Eiffel Kulesi'ne çıktığımızda hava oldukça puslu olsa da aşağıdaki fotoğraftaki gibi gökdelen çizgisi seçilebiliyordu. Açık havada ise eminim çok net görünüyordur.
 

* Tüm Linkler Ayrı Pencerede Açılır *





25 Ağustos 2014 Pazartesi

Paris Askeri Müzesi - PARİS GEZİ YAZI DİZİSİ #13


İnterneteki kaynaklarda Askeri Müze, Ordu Müzesi ve Savaş Müzesi gibi özde aynı ama görüntüde farklı isimlerle anılıyor olsa da ben bu yazımda kendisinden Askeri Müze (Fr: Musée de l'Armée, En: Army Museum) olarak bahsetmeye karar verdim. 

Paris Askeri Müzesi büyük keyifle gezdiğimiz, hem içerisindeki koleksiyonları sayesinde hem de her yerden görebildiğiniz altın kubbeli muhteşem binasının hayali ile gönlümüzde büyük yer kazandı. Bilhassa Dünya Savaşlarına ve askeri tarihe çok meraklı olan eşimin hafif zorlamasıyla gitmiş olsak da müzeden çıktığımızda muhteşem güzel bir gezi yapmış olmanın mutluluğu vardı hepimizde. Eğer ki "Savaş tarihi ilgimi çekmiyor, ben istemem bu müzeyi, savaşın müzesi mi olurmuş" derseniz bile mutlaka binanın dışını görün, fotoğraflayın, kesinlikle muhteşem!

Concorde meydanını gezdikten sonra yürüyerek gittik Askeri Müze'ye. Rahatlıkla metroyu da kullanabilirdik ama yürüye yürüye, etraftaki güzellikleri izleye izleye, tabiki bol bol da fotoğraf çekerek yolumuzu bulduk Askeri Müze'nin görkemli binasına kadar. Büyük demir kapılarından geçtik, küçük taşlı yollarında yürüdük ve ana giriş kapısından gişelere doğru yolu takip ettik. Ne görelim? Sıra yok! Gerçekten inanamadık, gişeler boştu! Hemen biletlerimizi aldık, yanılmıyorsam kişibaşı 7-9 EUR gibi bir paraydı, her kuruşuna değdi, ayrı mesele... Böyle güzel bir müzenin böyle boş olmasını anlayamadık ilk başta. Ancak düşününce büyüklüğü, sadece özel bir konudaki kolleksiyonu barındırması sebebiyle kısa kısa zamanlara büyük işler sıkıştırmak zorunda olan turist grupları için malesef ki fazla bir teferruat oluyor, bu nedenle de gitmemeyi tercih ediyorlar.


Neyse yine uzattım lafları... Biletlerimizi aldıktan sonra elimize bir bilgi kağıdı tutuşturdular. Üzerinde bilgi falan yok, yalan, şimdiden söyleyeyim :) Yolunuzu içeride kendiniz bulacaksınız ya da gitmeden önce iyice araştırıp nerede ne var, ilginizi hangi bölümler çekiyor diye iyice bir konuyu çalışacaksınız, benden tavsiye ;)

Gişelerin arka kapısından doğruca kocaman binanın geniş avlusuna çıktık. Bu avlu boyunca farklı dönemlere ait koleksiyonların sergilendiği, kapıları birbirinden sıra sıra ayrılmış bölümler bulunuyor ve hepsi giriş/çıkış kapılarıyla avluda buluşuyor. Her odanın bulunduğu bölümde özel tuvaleti de var ve temiz! Daha ne istenir ki şu hayatta! :) Ama derseniz ki cinsiyet ayrımı benim için çok önemli, o zaman girmeyin derim, çünkü tuvaletler kadın/erkek beraber. Bizim için dünyadaki en önemsiz şey olduğu için umursamadık bile... Çoluk çocuk, kadın erkek hep beraber sıramızı bekledik ve çıktık. Eğer böyle konularda hassassanız, şimdiden bilginiz olsun ve binaya giriş yapmadan önce tuvalete başka bir yerde girmeyi unutmayın.



Odalar tarih sırasına göre sıralanmış. Bu nedenle ilk oda bizim de ilgimizi en çok çeken bölüm oldu. İlk olarak şovalye döneminden başlıyorsunuz! Şovalyelerin kullandığı zırhlar, kıyafetler, silahlar, atlarının korumaları, hikayeleri derken bambaşka bir dönemin içerisine giriyorsunuz. Bu bölümdeki odalar da o dönemi yansıtan bir şekilde daha düz, belki kaba, koyu ahşaptan yapılmış ve ona göre aydınlatılmış. Zevkle bu bölümleri gezdik ve fotoğrafladık. 



Şovalyelerin döneminden çıkıp diğer bölümlere girdikçe yıllar daha yaklaşıyor. Toplar, tüfekler, modernleşen silahlar ve kıyafetler... Ardından tabiki müzede en çok yer ayrılmış bölüm olan Fransız askeri tarihine geliyorsunuz. Eğer ki Fransa tarihine merakınız yok ise belki size sıkıcı gelebilir ama biz şovalye bölümüne göre biraz daha hızlı gezmiş olsak da her detayı atlamadan izledik... Ardından tabiki Dünya Savaşları, Hitler dönemi geliyor. Eşimin de ilgi alanına giren bu bölümde oldukça uzun vakit geçirdik. Nazi subaylarının kıyafetleri, eşyaları, silahları, o dönemleri anlatan siyah beyaz belgesel yayınları, yazışmalar... Gerçekten de çok büyük bir koleksiyon, çok güzel sergilenmiş...




Tüm odaları güzelce gezdikten sonra çıkış tabelalarını takip ediyorsunuz ve her müzede olduğu gibi burada da hediyelik eşyaların satıldığı bir mağazaya geliyorsunuz. Klasik hediyelik eşyalara ek olarak bu mağazada savaş tarihini anlatan çok çeşitli kitaplar bulmanız mümkün. Farklı dönemler, farklı yazarlar, resimli/resimsiz yayınlar, albümler... İlginizi çekiyorsa mutlaka gezmenizi ve kitaplara göz gezdirmenizi tavsiye ederim.



Çıkış noktasında bu defa avlunun dış tarafına geliyorsunuz. Burada yolu takip edince karşınıza dışarıdan ufak görünen ama içerisi oldukça büyük bir kafe restoran çıkıyor. Bu yer sanki müzenin içerisindeymiş gibi algılanıyorsa da aslında dışarıdan girişin serbest olduğu bir bölümde, müzenin yeşillik bahçesinde bulunuyor. Eğer azıcık da olsa karın gurultusu duyuyorsanız mutlaka girmenizi öneriyorum. Salatadan, yemeğe, tatlıya, içeceklere, kahveye kadar her şeyi bulabiliyorsunuz. Self servis işleyen sistemde kasaya gelene kadar "hmmm çok güzel kokuyor, bundan da alsak mı" diye kendinizi zor tutuyorsunuz. Biz çok aç olmadığımız için sadece kahve ve tatlıyla geçiştirdirmemize rağmen, keşke yemek yememiş olsaydık da burada yerdik diye uzun uzun dertlendik.



Uzun lafın kısasına sıra gelirse, eğer ki bu konulara ilgiliyseniz ve zamanınız da var ise mutlaka ama mutlaka ziyaret etmenizi öneriyorum. Savaş konusu sizi negatif olarak etkilemesin, geçmişin dönemleri bunlar, anlamaya ve haklarında öğrenmeye çalışmak, gelecek için çok daha ferahlatıcı olacaktır diye tahmin ediyorum.

Not: Makinemizdeki fotoğrafları buraya eklemek için incelerken farkettim ki Askeri Müze'de bir tane bile fotoğrafım yok :) Konu asıl olarak eşimin ilgisini çekmesi sebebiyle onun anılarını ölümsüzleştirmek için kendimi feda etmişim :)
* Tüm Linkler Ayrı Pencerede Açılır *





22 Ağustos 2014 Cuma

Notre Dame Katedrali ve Arc de Triomphe - PARİS GEZİ YAZI DİZİSİ #12


Yazımın başlığından şaşırmış olabilirsiniz ki "Bu erkekli ve kedili kız nasıl olacak da dünyaca ünlü böyle mühim iki yeri tek yazıya sığdıracak" şeklinde dertlenen iç sesinizi duyabiliyorum :) Ancak şöyle anlatayım, bu iki yerin de içerisine girmedik. Binaları dışarıdan gezdik, haklarında gerekli bilgileri öğrendik, karşılarındaki banklarda oturup güzelce izledik... Sinirlenmeyin bana... Oralara girilip de içeriye nasıl girilmez, demeyin. Girmedik, istemedik :) Ayrıca hepsi hakkında ortak bir bahanemiz de var, ölümüne sıra vardı... Cidden bak :) Bu iki güzellik hakkında bildiklerimi, hissettiklerimi aşağıda ayrı başlıklarla aktarmaya çalışacağım sizlere, buyurunuz:

Notre Dame Katedrali (Fr: Cathédrale Notre Dame de Paris)

Yine Paris'in en gözde yapıtlarından birisi olan Notre Dame Katedraline şehrin her yerinden rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Metrolarda, otobüslerde mutlaka adını görüp, durakları takip ederek hoop diye kapısına düştüğünüzde neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Sonra etrafınıza biraz bakınıp, ileride bu yakışıklıyı görüyorsunuz... Evet, Eiffel Kulesi nasıl ki zarif bir hanımefendiydi, Notre Dame Katedrali de kesinlikle yakışıklı bir beyefendi! İnşaa edildiği dönemin de gereği olarak sert hatlı, karamsar görüntülü ama kendi içerisinde bir zarafet de taşıyan simetrik ve çok net bir yapı. İşte yakışıklı bir erkek de böyle değil midir?



İnşaa edildiği dönem demişken hakkında görmeden ve gördükten sonra araştırdığım, öğrendiğim ufak bilgileri sizinle paylaşmak isterim. İnşaatına 1160 yılında başlandığı bilinirken, dönemin gereği olarak gotik bir mimari ile Meryem Ana'ya ithafen inşaa edilmiş. Bugün gördüğümüz haliyle tamamlanması, eklenen bölümlerin bitmesi ise 1345 yılını bulmuş. Gerçekten çok görkemli bir yapı... Bilhassa Seine Nehri'nin kenarında bulunduğu için bu sert görünümlü yapının, kenarından akıp giden esnek su ile birleşen görüntüsü akılları baştan alıyor...

Böyle kısa bir teknik detaydan sonra hepimizin sevdiği heyecanlı ve popüler kısmını anlatayım size. 19. Yüzyılda Notre Dame Katedrali'nin bakımsızlığı nedeniyle yıkılması istenmiş. Meşhur kahramanımız Victor Hugo ise derhal "Notre Dame'ın Kamburu" isimli kitabı yazmış. Malum kitabı, bu kitaptan yaratılan o meşhur müzikali ve hikayesini hepimiz biliyoruz sanırım. Bu kitabı yazmış da ne olmuş, ne alakası var? derseniz, bu kitap ve müzikal sayesinde Notre Dame Katedrali yıkılmaktan kurtulmuş. Kitap ve müzikal sayesinde katedralin yıkılmaması için kampanya başlatılmış ve yenilenmesini sağlamış. Ayrıca günümüzde ise bu katedrali hepimizin bilme sebebinin de bu kitap ve müzikal olduğuna eminim. Yani sevgili Victor Hugo katedrali kurtarmakla kalmamış, Paris için de çok büyük bir değer sağlamış, popülerlik katmıştır. İşte akıllı insanların ve edebiyatın gücü...



Arc de Triomphe (Fr: Arc de triomphe de l'Étoile, Tr: Zafer Takı)

Yine Paris'in en meşhur simgelerinden birisi olan ama çoğumuzca adı bilinmeyen bir anıttayız, Arc de Triomphe. Ben nedense kendi bildiklerimi ve bilmediklerimi genellemeye meğilliyim. Yani ben biliyorsam bilinen, ben bilmiyorsam bilinmeyen diye bahsediyorum ve genelliyorum, idare edin :)


Arc de Triomphe anıtı Paris'in meşhur Champs-Élysées caddesinin Batı çıkışında Concorde Meydanı'na ve pek çok öenmli caddeye bağlanan büyük meydanın tam ortasında bulunuyor. Aslına bakarsanız Türk gibi kısaca söylemek gerekirse, Paris'in tam göbeğinde yer alıyor. Arc de Triomphe, Fransız devrimi sırasında ölenler anısına inşaa edilmiş. İnşaası sırasındaki savaş dönemlerinde ara verilmiş olsa da 1836 yılında tamamlanmış ve açılışı yapılmış. Ardından 1.Dünya Savaşı sırasında ölen Fransız meçhul askerler de altına gömülmüş. Günümüzde ise iç kısmı müze olarak gezilebilirken, bir de teras katına yani en tepe kısmına çıkılarak şehrin güzel manzarası izlenebiliyor.




Kuşbakışı fotoğraflarından da görebileceğiniz üzere çok geniş şeritli, bol trafikli bir meydanda bulunan bu anıta akın akın turistlerin nasıl girebildiğini merak ediyor olabilirsiniz, yani ben merak ediyordum diyelim :) Bizim ülkemiz dışında neredeyse her yerde görülen planlamacılık zekası burada da devreye girmiş. Büyük meydanda bulunan Arc de Triomphe'a karşı caddelerin iki noktasından alt geçitler yapılmış. Bu sayede trafiği bölen turist kalabalığının önüne geçilmiş. Bu iki alt geçiti bulmanız oldukça kolay, kafanızı çevirebileceğiniz her noktada gerekli tabelalar bulunuyor. Ancak bu alt geçitlerde şöyle bir sıkıntı gözlemledik, hani eleştirmesek olmaz ;) Anıtın girişi alt geçitlerden yapıldığı için malum turist kalabalığının beklediği uzun kuruk da alt geçitin içinde yer alıyor. Zaten çok ferah, aydınlık ve havadar olmayan geçitin içerisinde o kadar uzun bir sıra beklemek insanı oldukça zorluyor. Biz sırf bu nedenle giriş yapmadık açıkçası. Ancak içeriye girenler oldukça güzel olduğunu söylüyorlar ve teras dahil her yerinin bolca keyfinin çıkartılması gerektiğini belirtiyorlar. Tam da bu nedenle derim ki sıranızı bekleyin ve mutlaka içeriye girin ;)


* Tüm Linkler Ayrı Pencerede Açılır *




20 Ağustos 2014 Çarşamba

Concorde Meydanı ve Tuileries Bahçesi - PARİS GEZİ YAZI DİZİSİ #11


Louvre Müzesi'ni gezdikten sonra çiseleyen yağmur altında dışarıya çıktık. Hava koşullarının gezimizin önüne geçmeyeceği konusunda çok kararlı olduğumuz için hız kesmeden Louvre Müzesi ve Concorde Meydanı arasında bulunan, oldukça büyük bir alanı kaplayan, güzel mi güzel Tuileries Bahçesi'ni gezmeye karar verdik. Nasılsa Louvre Müzesi'nden çıkmıştık ve Concorde Meydanı'na gidecektik, tam aradaki bu güzelliği es geçmeyelim diye düşündük...


Gerçekten de Louvre Müzesi'nden çıktığınız anda bahçenin yeşilliği, mis gibi çiçekleri, dış kısımında bulunan dönmedolabı derken insanın hayallerini karıştırıyor. Neredeyim ben? Nereye gideyim? diye bir afallıyorsunuz. Sanki bir anda şehirden çıkmış ve mis gibi bir doğanın içerisine gelmişsiniz gibi... Kesin bilgi, paylaşalım: Bizler beton insanı değiliz, doğada, bahçelerde, yeşilliklerde mutlu oluyoruz. Tam da bu nedenle Louvre Müzesi'nin duvarları arasından çıkınca kafesten kurtulmuş kuş gibi olduk...

Bol bol fotoğraf çekerek, yavaş adımlarla bahçeyi dolaştık. Benim çiçek düşkünü güzel annem fotoğraf çekinirken yeşil çimenlerin ve kusursuz çiçeklerin büyüsüne öyle bir kapılmış ki hemen çimenlere basarak çiçeklerin yanına gitti. Arkadan bir kadın bağırışı duyduk, Fransızca olarak... Bir baktık ki polis, anneme "hışt, kışt" diye bağırıyor ve Fransızca olarak bir şeyler söylüyor. Anladık ki yasakmış çimenlere basıp da çiçeklerin yanına geçmek... Çimene basmanın asıl Türkiye'de yasak ama tüm dünyada serbest ve tercih edilen bir şey olduğunu düşününce daha da saçma geldi bu kural... Ayrıca belli ki turistiz ve Fransızca bilmiyoruz, hala suratımıza baka baka ne diye Fransızca konuşuyorsun? Anlamıyoruz seni ve bu nedenle de uyarına yanıt verip, istediğini yapamıyoruz... Fransızların bu halleri hakkında ayrıca bir yazı yazacağım, çok sözüm var bu konuda :)


Polis hanımı atlattıktan sonra yürümeye devam ettik. Etrafta koşan ve spor yapanlar, o havaya rağmen oturmuş kitap okuyanlar, müzik dinleyenler... Ardından Concorde Meydanı tarafındaki büyük havuza geldik. Paris'teki her yerde olduğu gibi burada da güzel yeşil boyalı metal sandalyeler vardı. Derhal kaptık kendimize birer tane, kurulduk havuzun kenarına. İşte o an tüm yorgunluk gidiyor. Sevdiklerin yanında, hayalinin içerisinde yaşıyorsun ve mutlusun ♥

Tuileries Bahçesi'nin sonuna, Concorde Meydanı'na (Fr: Place de la Concorde) açılan büyük kapısına geldik. Dev gibi bir meydan... Çevresinde nizami bir şekilde halka şeklinde sıralanmış klasik Fransız binaları... Concorde meydanı Fransa'nın ikinci büyük meydanıdır ve Paris'in meşhur Şanzelize bulvarına (Fr: Avenue des Champs-Élysées) bağlanır. Meşhur Paris Dönmedolabı da (Fr: La Grande Roue) bu meydanda bulunuyor ve tüm zerafetiyle dönüyor. Ayrıca meydanın ortasında görebileceğiniz Luksor dikilitaşı da mutlaka izlenilmesi gereken bir güzellik. Concorde meydanının kendi çektiğim güzel fotoğrafları malesef ki elimde yok. Çünkü biz oradayken büyük bir kutlamaya evsahipliği yapacak olan meydan boyunca demir tribünler kurulmuştu. Bu nedenle aşağıdaki fotoğrafı buradan kullandım.


* Tüm Linkler Ayrı Pencerede Açılır *