24 Kasım 2014 Pazartesi

Çocuktuk, Kıymet Bilemedik


Okul yıllarımda çok sevdiğim, gözünün içine baktığım öğretmenim oldu mu diye düşündüm bugün... Olmamış... Öğrencisin, çocuksun, eğitim sistemi darmadağın, okul deyince aklına hapishane geliyor, tüm bu sirkin başında da öğretmen var... Başlı başına asilik sebebi...

Bakmayın asilik dediğime, asi bir öğrenci olmadım hiçbir zaman. Çok başarılı da değildim ama her zaman saygılıydım, ailem böyle öğretmişti sonuçta... Sevemedim öğretmenlerimi, sevdirmedi sistem...

Şimdi ise geriye dönüp baktığımda hepsi hanımefendi, beyefendi insanlardı. Sabırla, özveriyle bulunurlardı sınıfta... Hepsi baş öğretmenleri Atatürk'ün izinde bireyler yetiştirmek için çaba sarfederlerdi şansıma... Daha şanslıydık eskiden... Öğretmenliğin mecburiyetle, devlet memurluğu kıvamında yapıldığı, üç kuruş maaşla ve nefretle yapılmadığı bir zamanda öğrenci olduk biz...

Şimdi 30 yaşında bir görüşle baktığımda ise muhteşem insanlar görüyorum geçmişimde... Saygıyla ve sevgiyle hatırlıyorum hepsini... Teşekkürler...


21 Kasım 2014 Cuma

Gelmeyin Lütfen, Altın Kalmadı İstanbul'da...


Dün akşam ofisten çıkmamıza aşağı yukarı yarım saat kala birbiri arasında konuşan ve "Aaa yok artık, nasıl gideceğiz eve" şeklinde tartışan sesler yükselmeye başladı. Olayı anlamak için kulak kabarttım. Herkes elinde cep telefonu, açmış İBB Cep Trafik uygulamasını, açık ağızlarla bakıyorlar. Ne oluyor diye sohbete girdim ve olayın aslı anlaşıldı. Aslında İstanbul için çok sıradan olan trafik çilesinin, bir tık daha fazla olması sebebiyleymiş bu şaşkınlık... Sonrasında ofisten çıkarken aşağıdaki ekran görüntülerini çektim telefonumdan. Saat henüz 18.00 olmamışken böyleydi, kim bilir 18.30-19.00 sularında nasıl bir hal aldı... Ayrıca İstanbul dışında olanlar için ufak bir hatırlatma: haritada gördüğünüz bölgeler kısa mesafeler değil ve çalışan İstanbul'luların kullanması gereken yollar, yani mecburiyet... Böyle bir trafik olabilir mi? Böyle trafikli bir şehirde neden ve nasıl yaşıyoruz biz? Akıl sağlığımızı, iş performansımızı nasıl aynı seviye tutmayı başarabiliyoruz? Meşhur İsviçreli bilim adamlarına araştırma konusu olmayız hatta...

                

Ofisteki konuşmalarda "9km uzakta oturuyorum ama iki saatten önce eve varamam ki" cümleleri kuruluyordu. Her gün başetmek zorunda kaldığımız bu zorluklar çekilesi değil aslında. Ancak biz bu şehrin ve sisteminin o kadar içerisinde kalmışız, o kadar mecburuz ki devam etmeye... Bu noktadan sonra elimizi çekip, kaçıp gidemiyoruz... Belki gidebiliriz ama alışmışız bu yorgunluğa. Korkarım ki sakinlik yorar bizi aksi halde...

İstanbul'da yaşamak tam bir delilik... Ne olur gelmeyin daha fazla... Bizler kuşaklardır İstanbul'da doğanlar olarak kaçacak köyümüz yok, memleketimiz burası bizim... Ancak her geçen gün daha çok artan göç sonucunda yaşanmaz hale geldi memleketimiz... Sizler burada çalışıp, emekli olduktan sonra ağaç bahçeli mis gibi köyünüze döneceksiniz ve keyif yapacaksınız. Bizler ise burada, kalabalıkta, pis havada, kazandırdığından çok kaybettirdiği olan sistemin içerisinde kalacağız... Gelmeyin, lütfen... Daha güzel değil buralar. Biliyorum, İstanbul ve diğer büyük şehirler dışında iş imkanları kısıtlı, para yok piyasada. Ancak burada var da ne oluyor? Hayat o kadar pahallı ki bu şehirde... Kazandığımızdan fazlasını harcamak zorunda kalıyoruz çoğu zaman...

Lütfen gelmeyin, taşında toprağında altın kalmadı artık...


19 Kasım 2014 Çarşamba

Kız ve Erkek'ten Haberler


Kızlı Erkekli ve Kedili'nin temposunu son dönemde biraz düşürdüğümü hissediyorum. Yorumlarımı ve severek takip ettiğim blog arkadaşlarımı da ihmal ediyorum... Yılbaşı öncesi sezon olarak o kadar yoğun bir dönemdeyim ki anlatamam. Her iş üzerime üzerime geliyor, haftada üç defa kısa da olsa yazı yazıp buralardan hemen kaçmaktan başka bir ekstra vaktim malesef ki olmuyor. Son dönemde hep aynı bahaneler, haklısınız, toparlanacağım. Peki Kızlı Erkekli Kedili'nin Kız ve Erkeği neler yapıyor son zamanlarda?

Kız ve Erkek olarak keyfimiz gayet yerinde ve günlük hayatımızın koşuşturmacaları, rutinleri aynen devam. Onun dışında değişen mevsime aldırmaksızın bisikletlerimizle beraber her haftasonu Belgrad Ormanı'na gittik; uzun keyifler, güzel sürüşler yaptık. Hem fiziksel, hem de zihinsel bir terapi oluyor bizim için...  Ancak artık son hafta ile beraber yağmurlar başlayınca bu programımızı malesef ki uygulayamıyoruz ve hafif hafif kapalı alanlara girmeye başlıyoruz. Olsun şikayetçi değiliz hiç... Kış boyunca izlenecek güzel filmler, içilecek demli çaylar, güzel arkadaş ve sohbetleri, oynanacak oyunlar, bol bol kedili kucaklaşmalar var önümüzdeki aylar boyunca. Sonrasında yine ışıl ışıl gökyüzü, mis kokulu ağaçlar ve limonata havalar gelecek. O zamana kadar şarj olmak ve o ilk bahar kokusunu duyunca sokağa çıkmaya hazır hale gelmek gerekiyor.

Bunlar dışında sağlıklı beslenme ve etsiz hayat konusunda aynen devam. Sanırım son 3-4 aydır (tarihleri karıştırmayayım, kabaca diyeyim) evimize makarna, yulaf, pirinç, baklagil dışında paketlenmiş bir fabrika ürünü almıyoruz. Tabiki her ev gibi çay, zeytinyağı gibi yan ürünleri paketli almaya devam ediyoruz. Temel besinimiz çiğ sebze, pişmiş sebze, baklagil ve bol bol bol meyve. Sütümüz, yoğurdumuz ve peynirimiz için Sütçü isminde çiğ süt ve ev yapımı yoğurt, peynir satan bir dükkan bulduk ve oradan alıyoruz. Bu sayede fabrika gibi üretimi olmayan, hayvanlara makinelerle işkence etmeyen bir sistemin halkası olduk, çok mutluyuz. Tabiki marketteki yapay ürünlere göre fiyatları biraz daha pahallı ama kalitesi karşısında solda sıfır kalıyor. Taze çiğ sütte tek bir problemimiz var ki son kullanma tarihi iki gün içerisinde oluyor. Alışık değil bünyemiz, arada dolapta unutulabiliyor, bir bakmışsın tarihi geçmiş :) Biz alışmışız bir ay açık kalsa da bozulmayan sütlere... Ne bu canım, hemen bozuluyor, cık cık cık cık :) Ayrıca tüm bu süreçte sütü aldıktan sonra kaynatmayı öğrendim. Taşırmayı, aktarırken kepçeyle sıcak sütü elime döküp yakmayı da öğrendim tabiki... Ahh bir de unutmadan, annemin ekmek yapma makinesini ödünç aldık ki kullanabiliyor muyuz, beğeniyor muyuz, almalı mıyız diye karar vermek için. Kullanıyoruz, alacağız, bayıldık! Bir aydır mis gibi ev ekmeği yiyiyoruz, çok mutluyuz. Laf aramızda henüz iade etmedik makineyi, rehin tutuyoruz :)

Velhasıl hayat bize zarif davranmaya, biz de onun bize getirdiklerine sakin ve pozitif yaklaşmaya devam ediyoruz. Şuan güzel bir dengede, mutlu bir şekilde geçiniyoruz hayatla.

Kız ve Erkek'te durumlar böyle...

Son olarak da Hürriyet Bumerang Blog Ödülleri oylamalarının 20 Kasım Perşembe günü 16.30'da sona erdiğini hatırlatmak istiyorum. Aday olan ve beğenerek takip ettiğiniz bloglara oy vermek için son şansınız ♥ Biliyorsunuz ki Kızlı Erkekli Kedili de bu yıl En İyi Çıkış Yapan blog kategorisinde aday. Eğer ki son gün şansınızı benden yana kullanmak isterseniz, aşağıdaki kutucuğu kullanabilirsiniz.


17 Kasım 2014 Pazartesi

Cennet Vaatlerine İhtiyacım Yok


HAYTAP'ın Facebook sayfasında paylaştığı bir söz çok hoşuma gitti. Kaynağını bilmiyorum ama söz şöyle: "Akıllı bir insanın iyilik yapmanın erdemini görebilmesi için cennet vaatlerine ihtiyacı yoktur." Ne kadar doğru ve güzel bir söz, değil mi?

Benim gözümde iyilik yapmak, ihtiyaç sahibine yardım kadar, insanın kendisine de iyi gelen bir şey... İnsan kendini iyi hissediyor, hayattaki varlığının bir kanıtı oluyor... Bir insana, hayvana, ağaca yardım ettiğinizde kendinizi işe yaramış, mutlu ve huzurlu hissediyorsunuz. Bu mutluluk ve huzurun ise cennetle, sevapla hiç alakası yok... Bilinçli ve akıllı insan, cennete gidebilmek için iyilik yapmaz. Yaptığı iyiliğin ilk önce kendisine, karşısındakine, topluma, kişisel huzuruna ve yaşam varlığına kattıklarını görür ve bunlar için iyilik yapar... Düşünmez bile bunları, sadece sonuçlarını farkeder...

Cennete gidebilmek için kendilerince belirledikleri sevap düzeyini tutturmaya çalışan insanların ise yaptığı şey tamamen pazarlıktır... Kim, kimle pazarlık ediyor... Madem inandığın varlık-güç (adını ne koyuyorsan) bu kadar büyük ise, senin bu küçük insancıl hesapların ve pazarlıkların karşısında nasıl düşünür? Aksine seni kötü bir insan yapmaz mı bu hesaplı iyiliklerin? 

Özünde konuyu bağlayacağım ve bu Pazartesi gününde bu satırları okuyan herkese iyilik yapmanın huzurunu, mutluluğunu hatırlatmak istiyorum. Hem kendinize, hem de ihtiyaç sahiplerine mutluluk verin, huzur verin, destek verin. Sonunda göreceksiniz ki onlara yardım ettiğiniz kadar ya da daha çok bir oranda kendinize de yardım etmiş olacaksınız. 





14 Kasım 2014 Cuma

Kazık Kadar Hanımlar-Beyler Serviste

İstanbul'da hepimizin bildiği, son dönemde de gündeme gelmiş olan bir "servis" sorunu var. Servis deyince yanlış anlaşılmasın, çocuk servisi değil. Kazık kadar adamları, kadınları, tonla para aldıkları işyerlerine götürmek için tahsis edilmiş servislerden bahsediyorum. Kazık kadar dediğimde de ciddiyim, yeri geliyor 50 yaşındaki müdürler de servis bekliyor oluyorlar. Ancak servisin arkasında "Okul Taşıtı" yazıyor. Büyüyemeyen milletiz diyorum işte...

"Toplu taşımanın kötüsü mü olur?" diye bir yanılgıya düşülebiliyor bu konuda. "Aynı iş yerine giden 20 küsür kişi, tek arabayla gidiyor. Servis olmasa 20 araba daha çıkacak onun yerine. Bundan daha iyi bir katkı olabilir mi? Saçmalıyorsun." da diyor olabilirsiniz. Bu konunun iki yönü de tabiki tartışmaya açık. Ancak bizim gözümüzde, yetişkin servisleri çok büyük problem. Sabahları metro ve çevresinde, çevreyolu bağlantılarında, ana yollarda, sırf bu servisler yüzünden deli gibi trafik oluyor. Trafiğin sebebi hem çok sayıda olmaları, hem de fütursuzca gönüllerinin çektiği yerde durmaları, çift sıra parketmeleri, 40 yaşındaki kazık kadar adamı tam metronun girişinin önünden alabilmek için gittiği şeritte zort diye durmaları... Bunlar öyle uzatılabilir ki...

En azından otobüslerin durakları var ve öyle kafasına estiği yerde, zamanda duramıyor. Ancak servisler öyle değil... Hoop duruyor, hoop kalkıyor... İçerisinde uyuyan, gözündeki çapakları bile henüz temizlemeye vakit bulamamış, 30 yaş ve üstü insanlar...

Ne olacak, kaldırılsın mı servisler? Kesinlikle kaldırılmalı bence... Ancak İstanbul'daki mevcut toplu taşıma sisteminin yetmeyeceği aşikar. O zaman boğaz hattını yeniden vapurlarla, deniz otobüsleriyle, motorlarla aktif hale getirseniz de günde iki sefer değil, yarım saatte bir kaldırsanız? Yahut  otobüs seferleri arttırılsa? Üçüncü köprü yapılıncaya kadar, metro ağı genişletilse? Hem de hızlıca... Bu sayede servisle giden yetişkinler de yaşlarının gereğini yaparak toplu taşımayı rahatça kullansalar?

Bir de bu konuda çok merak ettiğim bir sorum var yurtdışında yaşayanlara: Yaşadığınız şehirde/ülkede, bizdeki gibi işyerlerinin servisleri var mı?


10 Kasım 2014 Pazartesi

Özür Dileriz


Birini şahsen hiç tanımadan bile çok sevmek...

Çok seviyoruz, çok özlüyoruz... 

Biraz da utanıyoruz bugünkü halimizden...

Özür dileriz...



7 Kasım 2014 Cuma

Yabancı Dizi Tavsiyeleri

Dün akşam Instagram'da (instagram.com/kizlierkeklikedili) bir Dexter karikatürü paylaşınca aklıma geldi bu yazıyı yazmak. Daha evvel de Dexter ile ilgili kısacık bir yazı yazmıştım (Tık Tık). Düşündüm ki sadece değil Dexter, şimdiye kadar zevkle izlediğim ve tavsiyeye uygun gördüğüm yabancı dizileri sıralayayım size kısaca. Hem belki sizler de yorumlarda tavsiyelerde bulunursunuz, mutlaka izlenecek dizi listemize ekleriz, olmaz mı?

Nip Tuck: Geçmiş zaman olur ki ilk soluksuz izlediğim yabancı dizilerdendir. tek kelime ile bayılmıştımm! Hikayesinin tadını kaçırmak istemem ama çook minik bir açıklama yapmam gerekirse, iki plastik cerrahın başından geçen olaylar anlatılıyor dizide. Ancak bu dizi korkusuzluğuyla beğenimi kazanmıştı. Öyle sivri, öyle tartışmaya açık, ekranda izleyici kaçmasın diye güvenli yolları seçen dizilerin aksine cinsel, sosyal, ekonomik alanlarda geziniyordu Nip Tuck. Çok sıradışı, deli bir dizidir. Bazen derinizin altına işlemiş kültürünüz zorlar sizi, "İzleme şunu, ahlaksızlık bu kadarı da, yoook artık" diye dürtüklese de kendinden farklı bir dünyayı izlemenin keyfi geçer her şeyin önüne.




Desperate Housewifes: Türkiye'de de Umutsuz Evkadınları olarak uyarlanmış bir orjinaldir Desperate Housewifes. Malesef ki Türkiye'de uyarlanan ama Amerikan kültürünün hikayesi olan dizilerin rezalet olduğunu düşünüyorum. Ne Türk, ne Amerikan, ne olduğu belli olmayan, taklitten ve özentiden öteye geçemiyorlar malesef. Neyse, problem değil, orjinali bize yeter! Hep filmlerde izlediğimiz  bir Amerikan semtinde, şık evlerin, güzel arabaların, yakışıklı kocaların, güzel eşlerin olduğu sıradan bir mahallenin hikayesi anlatılıyor. Hikaye ilerledikçe, hiç de göründüğü gibi sıradan olmayan bir macera çıkıyor ortaya. Dizide her şey öyle sıradan ama sıradışı işlenmiş ki tadından yenmedi, bitince üzülündü... Çok çok güzeldi, tavsiyedir.




Sex and the City: Bilmeyen yoktur sanırım, var ise kınıyorum kınıyorum kınıyorum :) Şaka tabiki, estafurullah! New York, kadınlar, moda, ilişkiler, böyle güzel sade ama çarpıcı bir biçimde anlatılamazdı ve anlatılamaz sanırım. Bekar ve işlerinde başarılı dört güzel kadının New York'ta geçen hayatları ve aşkları anlatılıyor dizide. Soluksuz izledik... Filmleri için ise aynı şeyi söylemem imkansız tabiki. Dizi bittikten sonra aç kalmış fanatiklerinden para çalmak için yapılan saçma bir işten başka bir şey olarak kalmadı aklımda. Tüm samimiyetini kaybetmişti hikaye... Bu nedenle işi dizide bırakmak gerekiyordu sanırım.




Dexter: Dexter, Dexter, Dexter... Bir katili sevebileceğin tek hikaye budur sanırım. Sevdik Dexter'ı... Her bölümde yeni birini öldürdüğünde üzülmedik, sevindik aksine. Dizi bir bölüm bile yavaşlamadı, sıkmadı, soluksuz izlettirdi sonuna kadar. Taa ki sonuna kadar ama... Dizi finali çok kötüydü, bu bilinçle başlayın izlemeye, hatta sonunu izlemeyin mi ne yapın bilemedim mi... Ben anlatırım size, izlemeyin, tadınız kaçmasın :)




Six Feet Under: Dexter dizisinde başolde Dexter Morgan karakterini canlandıran Michael Hall ile ilk tanıştığım dizidir. O zamanlar gençti, böyle popüler de değildi ama bu dizide çok sevmiştim oynadığı karakteri. Six Feet Under dizisi bir cenaze evini işleten ailenin hayatını anlatıyor. Cenaze evi diyince zaten insanın içi kararıyor, bir de dram unsurlarını ve kasvetli ortamları düşünün, işte tam öyle bir dizi. Depresifliği bazen içinizi karartsa da hikayenin içerisine öyle güzel çekiliyorsunuz ki bırakamıyorsunuz.




Breaking Bad: Dünya çapında büyük olay yaratan ama eşimle beraber son sezonunu dayanarak bitirmeye çalıştığımız dizi... Finalini yaptığında öyle olay oldu, öyle bahsini duyduk ki dayanamadık, izleyelim dedik ama çok sıkıldık biz... Bihassa son sezona kadar karakter analizleriyle geçen ağır bölümlerden fenalık geldi içimize. Son sezonda biraz daha heyecan geldi diziye, bir de bitecek ya artık, dayanıyoruz, bitireceğiz. Kısaca konusu ise, kanser teşhisi konulan bir kimya öğretmeninin uyuşturucu işine girmesi ve bu şekilde ilerleyen bir hikaye.




The Good Wife: Eimden bağımsız olarak seyrediyorum bu diziyi. Mükemmel kurgulanmış, ince ince işlenmiş, kusursuz bağlantılar kurulmuş ve oyuncuların mükemmel performanslarıyla bence dizi tarihinde tepe noktasını garantileyecek bir yapım. Henüz bitmedi, hala soluksuz bir şekilde izliyorum her bölümü. Siyatçi kocası tarafından gözler önünde aldatılmış eski bir avukat kadının, hayata geri tutunması, avukatlığa dönüp tek tek basamakları tırmanması anlatıyor. Ancak diğer polisiye ya da avukatlı, doktorlu diziler gibi sadece o konuları işlemiyor. Tüm hikayeye çok güzel hikayeler, karakterlerin hayatları yerleştirilmiş.



The Tudors: Entrika ve şaşalı hikayesi sebebiyle herkesin ilgisini çeker İngiliz tarihi. Benim de çekiyor tabiki, eksik kalır mıyım :) İngiltere'nin en meşhur krallarından birisi olan 8.Henry'nin gençliğinden, ölümüne kadar tüm hikayeyi Tudor hanedanını tek dizide izleyeyim, bol bol entrika olsun, çok güzel kostümler ve mekanlar göreyim derseniz tam yerindesiniz. Tadından yenmeyen, heyecanla son bölüme kadar izleten bir dizi.




The Walking Dead: Ömrüm hayatım boyunca kırk kere düşünsem aklıma gelmezdi böyle bir diziyi listeye ekleyeceğim! Ancak ilk sezonunu izlemememe rağmen, eşimin isteğiyle ikinci sezondan dahil oldum bu çılgınlığa. Nasıl oldu,n ne zaman alıştım bilmiyorum ama şuan bağımlıları arasındayım. Zombiler, vahşet, medeniyetin çöküşü derken ilginç ve izlenilesi, gerçekçi bir hikaye yaratmışlar. Hala zombilerin insanları yerken gösterdikleri sahnelere alışamamış olsam da toplamda bağımlısı oldum. Ancak dizinin bölümlerini uykudan hemen önce izlemenizi tavsiye etmem, bütün gece rüyalarınızda zombi istilalarıyla boğuşuyorsunuz, benden söylemesi :)



Gossip Girl: Yine Türkiye'de bize uyarlanmış versiyonuyla gösterilmiş bir dizi. Genç hanımlar ve beyler için oldukça ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. Ben de çerez niyetine izlemiştim ve zamanında oldukça keyif almıştım. New York'un sosyetesinde yaşayan, sosyetik mi sosyetik gençlerin hayatlarını anlatıyor Gossip Girl.



House M.D.: House da Dexter gibi sevmek istemediğin ama çoook sevdiğin bir karakter. Çözülmesi imkansız gibi görülen hastalıkları çözen, hastaları iyileştiren müthiş bir doktor. Ancak kendisi mükemmel zeki beyniyle beraber, sosyal ortamda da bir o kadar hatalı. Ekibindeki doktorlara, hastanedeki çalışma arkadaşlarına, kadınlara, erkeklere çok kötü davranıyor. Nefretle sevgi hislerini birbirine karıştırtıyor insanda...  Ancak dizinin hikayesi, sürükleyiciliği, karakterler, her şey mükemmel harmanlanmış, dakikasını kaçırmadan izliyorsunuz.



Weeds: Klasik bir Amerikan evhanımının esrar işine girmesi, geçinmek için bu şekilde çalışması ve bu şekilde bir hayat kurmasını anlatan hikaye, çoğu zaman çook komik, her zaman yüksek tempolu bir şekilde ilerliyor.



Bunlar dışında elbette başka bir sürü yabancı dizi izledim ve izliyorum ama ilk aklıma gelen ve listeyi hakedenler bunlar oldu. Sizlerin zevkle izlediği, tavsiye edeceği yabancı diziler var mı?




5 Kasım 2014 Çarşamba

Çocuklara Yardım Etmemek

Başlık pek bana uymamış değil mi? Hep savunduğum görüşlerime oldukça ters... Herkes, her yaştan, her yaşa, herkese, elinden geldiği kadar yardım etmelidir aksine. Bu yardım her zaman "güzel yüzlü" olmayabilir, bazen birisine yaptığın eleştiriler de yardımdır, elinden o geliyordur...

Hep derim, ben anne değilim, annelik ile ilgili konularda ahkam kesmek asla bana düşmez ancak bazı durumlar karşısında akıl var, mantık var... Bilhassa ülkemizdeki annelikte ve bu annelik karşısında yetişen bireylerde ciddi sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. Bağımsız davranamayan, sıkılgan, sürekli karşısındakine sırt dayamaya meraklı, oldukça beceriksiz, karar alma ve risk analizi konularında yetersiz bireyler yetişiyor. Hemen sinirlenmeyin güzel anneler, olmaz mı? Bakın diğer ülkelere... Özgür bireyler, kendi kararlarını ve sorumluluklarını alan, maddi ve manevi olarak her anlamda bağımsız bireyler...

Ben bu yurtdışı ve Türk gelenekleri ile yetiştirme yöntemlerinin farklılıklarını, hayatımda ilk defa İngiltere'de eğitim için bulunduğum dönemde, yanlarında kaldığım iki farklı aileyi izlediğimde ve gözlemlediğimde farketmiştim. Öncesinde kardeşli ya da kalabalık bir ailede yaşamadığım için Türk kültüründeki çocuk yetiştirme yöntemlerini farketmemiş ve farklı tiplerle karşılaştırma fırsatı yakalayamamıştım.

Yanlarında dönemsel olarak kaldığım iki ailenin de 1-2 yaş arasında çocukları vardı. Ufak deyip geçmeyin, tüm çocuklar bir dizi kurala ve programa tabiidiler. Misal, bir yaşındaki çocuk her akşam aile ile beraber sofraya oturmak zorundaydı. Kendisine verilen çocuk çatalı ve bıçağını kullanmak zorundaydı. Bizde böyle bir uygulama olmuyor genelde. Sanırım çocuk kolay yesin diye ya çatal ya da kaşık veriliyor. Onlarda ise o çocuğa bıçak kullanmak öğretiliyor, bıçağı kullanmaz ise yemek yiyemeyeceği anlatılıyor.


Ayrıca bu yaş aralığındaki çocuklar sofrayı kurarken yardım ediyorlar (Yaş 1-2 arası diyorum). Kendi plastik tabaklarını, çatal ve bıçaklarını sofraya taşıyorlar. Bıçağın sağa, çatalın sola koyulduğunu biliyorlar ve sofrayı kurabiliyorlar. Her akşam... Anne ve babaları da bu işleri sırasında çocuklarına asla yardım etmiyorlar, aksine sofrayı denetleyip yanlış düzenledikleri yerleri çocuklarına gösterip, yeniden düzenlemelerini istiyorlar. Taa ki olması gereken düzene gelene kadar...

Bu ailelerde en çok dikkatimi çeken özelliklerden birisi de çocuklarına yardım etmemeleriydi. Yanlış anlatmak istemem... Çocuklarının yapabilecekleri şeylerde yardım etmiyorlardı. Yani sofra kurmak, yemek yemek, ellerini yıkamak, oyuncaklarını toplamak, giyebilecekleri kıyafetleri giymek, düştüğü zaman eğer ki bir yerine bir şey olmamışsa kendi kendine yerden kalkmak...gibi. Bu sayede çocuklar kendilerine yetebileceklerini, becerilerinin olduğunu, başarabilecekleri şeyler olduğunu, bağımsız olduklarını hissediyorlar. Bu hisler, karakterlerinin gelişimini şekillendiriyor, kendine güvenen bireyler ortaya çıkartıyor. Bir de bu yöntemi, çocuk üzerinde yetişkin olana kadar her alanda uyguladıklarında dünyayı yönetebiliyorlar. İşte böyle...

Bir defa hiç unutmam, sokakta bir bankta oturuyoruz arkadaşımla, insanlara bakıyoruz. Etraf kalabalık... Aileler, çocuklar, gençler... Bir anda 2-3 yaşlarındaki bir çocuk, koşarker paatt diye yere kapaklandı, düştü. Her çocukta olur ya, kafasını hafifçe yerden kaldırdı, annesine baktı. Annesinin tepkisine göre o da tepkisini belirleyecek :) Annesi de eş zamanlı olarak çocuğa bakıyor tabi, hasar analizi yapıyor :) Çocuğun çenesi hafif kanamış ama onun dışında hiçbir şeyi yok. Anne direkt olarak, "Hiçbir şeyin yok, hadi kalk yerden" diyor. ve kalkmasına bile yardım etmiyor, sadece yanında duruyor ve sevgiyle ona bakıyor. Tabiki çocuk annesine güveniyor, anne çığlık atmıyorsa onun da atmasına gerek yok. Yerden kalkıyor, annesi sarılıyor ve yollarına devam ediyorlar. Bu çocuk neyi öğrendi? Düştüm, yerden kalkabildim, çok iyiyim... Yardıma ihtiyacım olmaksızın, düştüğümde yerden kalkabilirim...

Bu durum bizde yaşandığında ise annenin çığlıklarıyla çocuğun çığlıkları birbirine karışıyor, annenin paniği çocuğu daha çok delirtiyor. Düşünsenize, çocuğun hayatta en çok güvendiği kişi annesi ve annesi böyle davranıyorsa ne kadar çok korkuyor! Düşen çocuğun yanına depar atarak koşan anne, "Dur, dur kalkma! Neyin var? İyi misin? Düştün mü? Ayyyyyy!" diye deliriyor ve çocuğa kalkması için bile izin vermiyor, illa ki kendisi kaldıracak... İyi anne olacak ya...

Velhasıl yine daldan dala atladım, biliyorum... Fikrimin özünü anlatabilmişimdir umarım... Dediğim gibi, annelik hakkında ahkam kesmek ya da anneleri eleştirmek, bir şey öğretmek bana düşmez, haddime değil... Ben sadece acizane gözlemlerimi paylaşmak istedim. Bu kadar küçük örnekleri, her yaşa ve her olaya genellerseniz, bu ülkelerin neden dünyayı yönettiğini, dünyayı yönetecek bireyleri nasıl ortaya çıkarttıklarını daha iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum.

Çocuklarımızı gözlemleyelim, yapabilecekleri şeylerde yardım etmeyelim. Yardım isteseler bile kendi kendilerine yapmaları için yüreklendirelim, güven verelim. Tamam biliyorum, kültürümüzde "iyi anne" demek ilgili ve elini çocuğunun üzerinden çekmeyen anne demek. Ancak gelişelim, değişelim, daha iyi olalım, olmaya çalışalım?

Tüm anneleri öpüyorum, böyle güzel bir işi layıkıyla yapmaya çalışmanın ne kadar zorlu olduğunu tahmin edebiliyorum. Sabrınıza, çocuklarınıza gösterdiğiniz sevginize, saygı duyuyorum ♥

3 Kasım 2014 Pazartesi

Kedi Kumları Hakkında Her Şey


Son dönemde kedilerle ilgili az yazdığım konusunda hafiften sitem içeren bir kaç mesaj aldım. Bir de Pisi ve Çakıl'ı soran, "İyiler mi? Hiç anlatmıyorsun" diye merak edenler oldu. Çok iyiler, bomba gibiler, hiç endişe etmeyiniz :) Hayatımızın odak noktasında, sevgimizin tepesindeki yerlerini koruyorlar ve hayatımızı onlarsız düşünmemiz mümkün değil... Ayrıca Pisi ve Çakıl'ın, düzenli olarak Instagram hesabımdaki varlıklarını da hatırlatmak isterim: instagram.com/kizlierkeklikedili

Bugünkü yazımda ise sizlere kısaca kedi kumu hikayemizi anlatmak, en sonunda ise kendi fikrimce olumlu ve olumsuz gördüğüm yönlerini sıralamak istiyorum. Hem Google üzerinden kedi kumu hakkında araştırma yapanlara bir faydası olsun, hem de benden daha tecrübeli kediseverlerin fikirlerini alırım diye özene bezene dizeceğim aşağıya.

Kedi kumu hikayemizin ilk kısmı olarak Pisi ile yavruyken başladığımız noktayı sizlere anlatmak isterim. Pisi evimize ilk geldiğinde silika kum almıştık. Ancak çok bebek olduğu için silika kumu algılayamamıştı. Sanki oyuncak ya da yenecek bir şey sanmıştı :) Baktık ki bu böyle olmayacak, gittik normal kum aldık. Bu defa anladı ki evet burası çiş yeri... Ancak bu defa da her yan kum oldu. O acemi dönemlerimizde topaklaşan kedi kumunu da henüz keşfetmediğimiz için normal kum denilen şeyin böyle olduğunu sanmıştık. Hem topaklaşan kedi kumu olmadığı için de  çişler kumun içerisinde kalıyordu, dayanılmaz konular salınıyordu. 

Ben de internetten araştırmalar yaptım, talaş kedi kumu kullanmayı denedik. Pek de bir yerde bulunmuyordu bu cins. İnternet üzerinden bin bir zorlukla ulaştık sonunda. Hem doğallığı, hem de koku çıkartmıyor olması sebebiyle çok şahane bir icat olduğuna inanıyorum. Ancak bizim Pisi kızımız yavruyken de tam bir diva idi. Bu talaş kedi kumunu beğenmedi! Bir iki defa kumu kullandıktan sonra gitti, evin her yerini tuvalete çevirdi... Gerçekten çok zorlandık o dönem... 

Ardından baktık olmayacak, topaklaşan ince taneli kedi kumuna geçtik ve rahat ettik. Yaklaşık 1.5 sene kadar bir süredir de topaklaşan kedi kumu kullanıyorduk. En azından çişler hemen topaklaştığı ve kakalarla beraber hemen çöpe atıldığı için koku sorunu hiç yaşanmıyor. Ayrıca hem Pisi, hem de Çakıl da bu kumdan çok memnunlardı. Pisliği, ortalığa dağılan ve toz halinde her yerde olan kumu saymazsak... Sil, süpür, hiçbir çözümünü bulamadık biz. Hatta yaklaşık bir sene önce kum kabını da değiştirdik ve normal kedi kabı kullanmayı bıraktık. Koçtaş'tan aldığımız, kocaman şeffaf saklama kutusundan kap yaptık onlara ki bu sayede kazarken etrafa daha az toz çıkartırlar dedik. Gerçekten de etkili oldu, azaldı ama hijyenik bir ev sağlayacak kadar değil malesef... 

İki hafta evvel temizlik sırasında artık dayanamadık. Eşim yeniden silika kedi kumu deneyelim dedi. İlk başta pek aklıma yatmadı, Pisi ile daha evvel yaşadığımız sorunlardan çekindim ama aldık sonunda. Pisi artık olgunlaştığı için yadırgamadı silika kedi kumunu. Çakıl ise oburluğuna yenik düştü, ağızından birkaç defa silikon kum parçalarını çıkarttık, ancak o da sonunda anladı ki bu yenecek bir şey değil :) Şuan evdeki temizlik konusunda çok çok rahatladık. En azından kumun toz pisliği kalmadı. Arada kaptan çıkarken ayaklarında taşıdıkları parçaları düzenli olarak süpürünce dert bitiyor. Şuan için çok memnunuz.


TOPAKLAŞMAYAN KEDİ KUMU:


 Olumlu Yönleri:
* Kedilerin doğal ortamlarında kullandıkları kuma en yakın olan çeşit bu. Hiçbir kedinin yadırgadığını ya da kullanmayı reddettiğini sanmıyorum.
* Fiyat olarak oldukça uygun. Kocaman paketlerini, komik fiyatlara alabiliyorsunuz.
Olumsuz Yönleri:
* Çok fazla toz çıkartıyor. Hem kazarken etrafa kalkan toz, hem de işlerini bitirip kaptan çıkarken etrafa taşıdıkları toz fena... Ne kadar evi süpürseniz de her yana dağılıyor ve kedilerin tüyleriyle beraber tüm eve taşınıyor.
* Topaklaşmadığı için çişler direkt olarak kum kabının dibine çamur gibi çöküyor. Bu çamur nedeniyle, kabınız eğer ki kapalı bir odada duruyorsa çok ağır koku yapıyor. Fiyatı uygun olduğu için hafta bir defa tüm kumu değiştirerek bu kokunun önüne geçebilirsiniz.


TOPAKLAŞAN KEDİ KUMU:


Olumlu Yönleri:

* Topaklaştığı için çişler top şeklinde katı bir şekilde kumun içerisinde kalıyorlar. Bu topları günlük olarak attığınız için koku oranı çok çok azalıyor. Her markanın kumunun topaklaşma oranı, sıkılığı birbirinden farklı olduğu için deneye yanılai kendinize uygun olanı bulabilirsiniz.
* Diğer olumlu yönleri, yukarıdaki topaklaşmayan kedi kumu başlığı altındakilerle aynı.
Olumsuz Yönleri:
* Yukarıda yazdığım toz, pislik durumu bu kumda da aynen devam. Tüm toz, evin her yanına ve kedilerin tüylerine dağılıyor malesef.


TALAŞ KEDİ KUMU (Çam Peleti Kedi Kumu):


Hep talaş dediğime bakmayın, orjinal adı Çam Peleti Kedi Kumu diye geçiyor. Son yıllarda ülkemizde de popüler oldu. Pek çok farklı marka alternatifi bulunuyor.
Olumlu Yönleri:
* İçerisinde diğer kumlar gibi kimyasal içermiyor. Doğal bir malzemeleden üretildiği için gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz.
* Ülkemizde de artık popülerleşmeye başladığı için yerli ve yabancı pek çok farklı markaya ulaşabiliyorsunuz marketlerde. Bu sayede istediğiniz özellikte seçim yapabiliyorsunuz.
* Çam peleti kedi kumunun en güzel özelliği, mis gibi çam kokması. Gerçekten de koku sorunu neredeyse sıfıra iniyor. Tane tane olan kum, çiş yapıldıkça toz halini alıyor, bu tozla çişin dibe çökmesine fırsat vermeden hemen sıvıyı emiyorlar.
* Talaş olduğu için çok hafif. Normal kum kullananlar bilirler ki zordur koca kum poşetlerini taşımak.
Olumsuz Yönleri:
* Fiyatları malesef ki diğer kumlara oranla oldukça yüksek. Hele ki birden fazla kedili bir evde, birden fazla büyük boy kedi kum kabı kullanıyorsanız ciddi bir maliyet getirecektir.
* Yukarıda bahsettiğim ve olumlu saydığım çam kokusu, bazı kediler için hoş değil sanırım. Yukarıda bahsettiğim hikayede olduğu gibi Pisi kullanamadı, kokladı kokladı beğenmedi, gitti evin seçtiği köşelerine yaptı çişini.
* Çiş gördükçe ufalanan taneler, sonunda toz halini alıyor. İşte bu noktadan sonra eve yayılan talaş tozları başlıyor. Ya o aşamada hemen kumu değiştireceksiniz, ya da günde iki defa ev süpüreceksiniz.


SİLİKA KEDİ KUMU:


Olumlu Yönleri:
* Düzenli değiştirildiğinde gerçekten de koku sorunu tamamen bitiyor. 
* Taneleri büyük olduğu için gerek kazarken, gerekse de kaptan dışarıya çıkarken toz problemi diye bir şey olmuyor. Arada ayaklarına takılan bir iki tane dışarıya çıkıyor ya da kazarken kabın dışına kaçırıyorlar, o kadar.
* Yine normal kumlardan çok daha hafif olduğu için taşıması ve muhafaza etmesi çok kolay.
* Her markette, her veterinerde binbir çeşit ve marka bulmak mümkün.
Olumsuz Yönleri:
* Fiyatı, normal kum ve topaklaşan kuma göre biraz daha fazla. Ancak gerek internette, gerekse de normal dükkanlarda o kadar çok farklı marka ve çeşit var ki aralarından elbet kendinize uygun birisini bulabilirsiniz.
* Tamamen fabrika çıkışlı bir ürün olduğu için içerisinde kedilere zararlı pek çok madde içeriyor olduğunu tahmin ediyorum.
* Bilhassa yavru kediler için oyuncak olabiliyor. Oyuncaktan öte, çiş yapılması gereken yer olduğunu pek çözemeyebiliyorlar.
* Hafif yaramaz ve obur kediler de (Bkz: Çakıl) acımadan yemeye kalkıyorlar. Yenmeyeceğini anlamaları ve anlatmanız için biraz süreye ihtiyacınız oluyor.


Bunlar dışında bildiğiniz, kullandığınız kedi kumları ya da bu kumlarla ilgili eklemek istediğiniz ya da yanlışlığı konusunda beni uyarmak istediğiniz noktalar var ise yorumlar kısmında bekliyor olacağım.