23 Haziran 2014 Pazartesi

Bir Ay Ara Veriyorum


2013 Kasım ayında, hayatımda yepyeni bir dönem başladı. Yıllardır ne yazsam, nereye yazsam diye düşünüp dururken bu sayfa girdi hayatıma bir anda... Öyle mutluyum ki buraya bir şeyler yazdığım, birbirinden yetenekli ve güzel kapli insanları tanıdığım, yazılarını/hayatlarını/fikirlerini takip ettiğim için.

Malumunuz yaz geldi, Temmuz'un başında senelik iznimin ilk bölümünü kullanacağım. İşte tam da bu nedenle çalışanlar bilirler, izine çıkmadan evvel ofisteki hayat dar gelir insana. Her iş için "Sen izine çıkacaksın, gitmeden şunları da yap" durumu oluyor. Bu nedenle de çok yoğunum, nefes alacak vaktim olmuyor :( (zaten son iki haftadır bloglarınızı düzenli takip edemememden, yorumlarımı aksatmamdan belli, özür dilerim hepinizden) Olsun, sonunda biraz gezi, biraz dinlenme bekliyor beni, dayanmak çok zor değil yani :)

Velhasıl, konuyu bağlasana artık, dediniz, duydum :) 21 Temmuz'a kadar müsadenizi istiyorum, biraz buralarda olmayacağım. 21 Temmuz itibariyle dinlenmiş, bol bol hikaye biriktirmiş olarak geleceğim ve arayı kapatacağım, söz ;)

Seyahatimizin ise ŞU YAZIDAKİ gezi hayallerimizden birisi olduğunu söyleyebilirim. Böyle heveslenilen tatilleri önceden dile getirmeyi pek sevmiyorum, sonrasında bir problem çıkar, bir şey olur, gidemez de üzülürsem diye :) Yani dönüşüme güzel gezi yazıları gelecek...

Bu süre içerisinde neler yapıyoruz, nereyi geziyoruz diye merak ederseniz günlük olarak instagram'dayım INSTAGRAM HESABIM İÇİN TIK TIK (yeni pencerede açılır).

♥ Arada elimden geldiği kadar yazılarınızı takip etmeye çalışacağım ♥
♥ Ben dayanamaz, bir de fırsat bulur, arada yazı yayınlarsam şaşırmayın ♥

Herkese çok güzel bir hafta ve ay diliyorum.

21 Temmuz'da görüşmek üzereeee!

Sevgilerimle,


20 Haziran 2014 Cuma

Topuklularımı Getir Sebastian!

Topuklularımı getir Sebastian, yürümeyi öğreneceğim!

♥ Herkese güzel bir haftasonu dilerim ♥




18 Haziran 2014 Çarşamba

Tinder Nedir?




♥ Bu yazı ve linkler sponsorlu değildir ♥

Bugünkü yazımı yayınladım ama haberlerde göz gezdirince hızımı alamadım ve bir yazı daha hazırladım. Konuya biraz geç kalmışım ama Tinder diye bir şey çıkmış ve şuan dünyadaki en popüler flört uygulamasıymış. Hazır bugün sosyal platformlardan, instagram'dan bahsettik TIK TIK (yeni pencerede açılır), telefondan eşleşme uygulaması olan Tinder'i de eksik etmeyeyim.

Yalan söylemek istemem, ben de kullanmadım, sadece bugün haberlerde okudum, meraklandım, hakkında biraz araştırdım. Tinder nedir? diye sorarsanız, benim anladığım kadarıyla şöyle: Tinder, telefonunuza indirdiğiniz, kadın ve erkekleri biraraya getirme (aynı cinsleri de biraraya getiriyor mu bilmiyorum ama aşk değil mi, elbet öyle bir seçeneği de vardır), flört temelli bir uygulama. iPhone ve Android işletim sistemli telefonlara ücretsiz olarak indirilebiliyor. Bu uygulamayı indirdikten sonra girip, kendinize bir profil oluşturuyorsunuz. Aradığınız özellikleri, ilgi alanlarınızı belirtiyorsunuz. Uygulama ise sizin konum bilgilerinizi kullanarak, 2-160 km aralığında bulunan, sizin belirttiğiniz özelliklere sahip ve Tinder uygulamasını kullanan, tercih ettiğiniz cins ile sizi biraraya getiriyor! Anacığımmm!

Biraz gelenekçi bir insansanız şu noktada "Kafamıza taşlar yağacak!" diye dertlenip, bu sayfadan ayrılıyor olabilirsiniz :) Kalanlarla, Tinder uygulaması hakkında birkaç kelam daha etmek isterim :)



Uygulamayı aktifleştirdiğinizde, Tinder size mesafe aralığınıza göre hızlıca kişileri gösteriyor. Sola kaydırırsanız ilginizi çekmiyormuş "çöp"e atıyormuşsunuz, sağa kaydırırsanız ise ilginizi çekiyor anlamındaymış. Birisini sağa kaydırdınız diyelim. Bu bilgi karşı tarafa iletilmiyormuş. Olur ki o da sizi listesinde gördüğünde sağa kaydırırsa işte o zaman iki tarafa da "It's a Match!" uyarısı gidiyor ve bu aşamadan sonra mesajlaşabiliyormuşsunuz. Mesajlaşmadan sonrası size kalmış, kimseye fikir vermek istemem :)

Okuduğum haberde de yazdığı gibi dikkat edilmesi gereken yönleri de olduğunu düşünüyorum. Sonuçta Tinder uygulaması konum bazlı çalıştığı için bulunduğunuz mekan/semt önemli. Tehlikeli yerlerde (kime göre tehlike, genelleme yapmamam lazım, özür) uygulamayı aktif tutmamakta fayda olacaktır.

Bu uygulamanın tamamen flört amaçlı olduğunu unutmamak lazım. Flört aramıyorsanız kapısından girmemenizde fayda var ;) Bir de çok aşk aramamakta fayda var. Biz Türkler severiz aşk, meşk, büyük beklentiler... Girmeyin büyük beklentilere :)

Hakkındaki ilgili haberin yorum kısımında göz gezdirdim, insanlar ne düşünüyorlar diye merak ettim. Toplum yapısından, uygunluğundan, uygun olmamasından bıdı bıdı bıdı bahsediliyor. Toplum yapısı nedir? Sen misin? ben miyim? Herkesi ve tüm toplumu, kendimiz gibi varsaymak, "normal" olarak çizilmiş sınırları kendimize gösre şekillendirmek ne kadar doğruu? Hiç doğru değil! Toplum, çok farklı zevklerden, kişilerden, tercihlerden, kültürlerden oluşuyor. Bu uygulamayı da hakkıyla kullanacak, tadını çıkartacaklara selam olsun, bol eğlenceler dilerim :)

♥ Meraklananlar için resmi internet sayfası: http://www.gotinder.com/ ♥



Instagram'dayım ♥

Tanıdığım/Tanımadığım İnsanların hayatlarını, zevklerini, gittikleri yerleri, evlerini, dekorasyonlarını ve okudukları kitapları görmeyi, okumayı, izlemeyi seviyorum. Çoğu insan bunu itiraf etmez, "Yok canımmm bana ne insanların yaptıklarından, ben sevmem öyle şeyleri" der. Aynı dedikodu, magazin haberleri gibi ;) Sorsak kimse okumaz ama eminim ki zaman zaman hepinizin gözü kayıyordur, kısa da olsa bir göz gezdiriyorsunuzdur. Yapmayanlarınızı ise saygıyla selamlıyorum...

Aslında blog takibi de bunun gibi bir şey bence. Birbirimizin fikirlerini, gezilerini, zevklerini, evlerini okuyoruz; fotoğraflarına bakıyoruz. Sanırım hepimiz bundan keyif alıyoruz.  Durun bağlayacağım konuyu, sabır :) 

Tüm sosyal medya da böyle ama benim için, daha evvel de bahsettiğim gibi, Instagram hepsinden keyifli. Fotoğraflarla, yorumlarla, tanıdığım/tanımadığım insanlarla ve onların farklı yaşamlarıyla dolu. Ben de şahsi hesabımı birkaç senedir kullanıyorum, zevkle takipteyim herkesi. Ardından geçen sene bu bloğu oluşturma aşamasında aynı isimle (kizlierkeklikedili) TIK TIK bir instagram hesabı da açmıştım. İlk başta birkaç fotoğraf paylaştıktan sonra kaldırmıştım köşeye. Bunun da tek sebebi, telefonumda şahsi hesabımın kurulu olması ve sürekli iki hesap arasında gidip gelmenin zorluğuydu. Şimdi ise ilk hesabımı askıya alıp, kizlierkeklikedili'ye taşınmış bulunuyorum :) Artık telefonumda sürekli aynı hesap aktif olduğu için fotoğraf çekeceğim zaman otomatik olarak bu hesabı kullanıyorum. Henüz kullanmaya yeni başladığım için pek birikmedi fotoğraflar ama yavaş yavaş kızlı-erkekli-kedili hayatın güncesi oluşacak ;)


Şimdi ise en büyük görevim, takip ettiğim blog sayfalarında instagram hesaplarını öğrenip, herkesi takibe almak. Yazıldığı kadar kolay olmayan bir görev bu... Malesef ki hepinizin sayfalarında bu bağlantılar ve bilgiler bulunmuyor. Ancak, azimliyim, hem yazılarınızı hem de fotoğraflarınızı takip edeceğim :)

Velhasıl, sizler de instagram kullanıyorsanız, benimle ve bloğumu takip edenlerle kullanıcı adlarınızı paylaşmak isterseniz, aşağıya yorum olarak bırakmanız yeterli, çok mutlu olurum :) 

Kullanmayanlara ise yeniden saygılar, sevgiler :)

♥ ♥ ♥ Benim Instagram hesabıma sayfanın sağ tarafında bulunan logolu instagram düğmesine basarak gidebilirsiniz. Yok ben bilgisayardan girmem derseniz de cep telefonunuzdaki uygulama içerisinde kizlierkeklikedili olarak ararsanız hooop diye karşınıza düşeceğim. ♥ ♥ ♥




16 Haziran 2014 Pazartesi

Kısırkaya Plajı ve Kısırkaya Hayvan Barınağı

Yaklaşık iki ay önce, havaların mis gibi bahara döndüğü zamanda, kendimizi kapalı alanlardan dışarılara attık. Açık hava yerlerde oturduk, deniz kenarlarına gittik, orman turları yaptık. Bu turlar sırasında bir gün de yolumuz Kısırkaya plajına düştü. Üzerimizde kıştan kalma paltolarımız, içimizde bahar coşkusuyla kumsalda yürüyüş yaptık, köpekleriyle gezintiye gelenleri izledik, büyük jipleri ve tam teçhizat (bu kelimeyi hep söyleriz ama nasıl yazıldığını bilmemem ayıp oldu, Google'dan bakıp öyle yazdım) sandalye ve masalarıyla günlük kamp kurmuş gençlere imrenerek baktık... 



Kısırkaya'ya varana kadar geçirdiğimiz yolculuk ise hiç de bu kadar hoş değildi... Göktürk'ten çıkıp, plaja ulaşana kadar 3.köprü ve 3.havalimanı için katledilen orman yollarının ortasından geçtik.... Tam ortasından hem de... Sağına baktığında ormanın ortasından yarılmış toprak alan, soluna baktığında aynı toprak alanın devamı... İçimiz acıdı... Fotoğraflarda, basındaki haberlerde ve hatta Google Maps'te görmüştük katliamı ama bizzat o yolun içerisinden geçmek çok üzücüydü...

Bu üzüntüyü üzerimizden atamadan, harfiyat kamyonlarının talan ettiği, tüm asfaltını bozduğu, tozu dumana kattığı orman yollarından da geçtik. Sonunda ileride denizi görmeye başladığımız noktada, deniz kıyısına doğru geniş bir alanda kurulmuş büyük prefabrik ev/bina/çiftlikleri gördük. Haberimiz olmadığı için çok meraklandık, nedir bunlar diye... Bir sürü yorumlar yaptık, askeriye (böyle deniz manzaralı yerleri ancak askeriye korur), tavuk çiftliği (binaların yapısı gereği bu yorumu yaptık, aydınlık için tavan pencereleri vardı), depo (prefabrik, düzenli ve yüzlerce olduğu için), hapishane dedik ama dışarıya yeterli koruması da yoktu... Hiçbir yerinde de bir yazı göremeyince, yaptığımız yorumlardan sonuç elde edemeden devam ettik yolumuza. Dün internette gördüm, meğerse orası Kısırkaya Hayvan Barınağı'ymış. "Dev" olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım... Ben de internetten hakkında bir şeyler araştırdım. Hem fotoğraf hem de son durum hakkında en temiz bilgiyi şu sayfada gördüm SARIYER POSTA HABERİ İÇİN TIK TIK (sayfa yeni pencerede açılır) Bu linkteki haberde alanın fotoğraflarını, amacı, mevcut durumu öğrenebilir ve inceleyebilirsiniz...

Hayvan barınağı, barınaklardaki koşullar, hapis hayatı yaşayan canlar, konuları tartışmaya çok açık... Sokaklarda olmak yerine kapalı alanlarda birbirleriyle dövüşen, açlık, hastalık ile ömürlerini geçiren hayvanları kabul etmeyebilirsiniz ama sokaklarda olmalarındansa en azından barınakta olsunlar da diyebilirsiniz... Çok hassas, herkesin farklı alınganlıkları olan bir konu, ben bu konudaki fikrimi saklı tutmayı tercih ediyorum.

Velhasıl Kısırkaya'da inşaa edilen dev hayvan barınağı da şuan için dışarıdan bakınca oldukça temiz, askeri bir yer gibi nizami, sokak usulü sıra sıra düzenlenmiş, sokak lambalarıyla desteklenmiş, hayvanların dışarıya çıkmasını engelleyecek ve sağlam görünen yüksek tellerle çevrelenmiş, medeni bir yere benziyor.

Tek ilgimi çeken konu ise, öyle deniz kenarında bulunan geniş bir alana nasıl olmuş da böyle bir merkez kurulmuş... Elbet ki imarına izin verilip, dizi dizi villalar, siteler yapılıp, deniz manzarasıyla beraber milyonlara satılabilirdi... Şaşırdım...


13 Haziran 2014 Cuma

Stres Yönetimi - Elimden Gelen Bir şey Var Mı?


Eşim geçen aylarda stres yönetimi üzerine bir eğitime katıldı. Şu zamana kadar aldığı en iyi eğitimlerden olduğu konusunda çok iddialı. Tabi ki eğitimden döndükten sonra bana da birkaç ipucu vermeden olmazdı, evlilik böyle bir şey :) Birbirini iyi edecek, destekleyecek, paylaşacak ve çift olarak büyüyeceksin...

Eğitimde onu en etkileyen, aslında çok basit ama hepimizin günlük hayatlarımızda atladığımız nokta "Elimden bir şey gelir mi? Gelmez mi?"

Yani günlük hayatımızda, ilişkilerimizde, evimizde, sokakta, devlet meselelerinde... Bizi strese sokan, canımızı sıkan bir olay/durum/problem ile karşılaştık diyelim. Kendimize ilk soracağımız soru "Bu problem karşısında benim yapabileceğim bir şey var mı?" Eğer ki cevabımız "evet" ise tamam o zaman haydi iş başına, problemi çözmeye başlayalım, üzerine mesai harcayalım, gerekirse yorulalım, zorlanalım... Çözelim... Eğer ki ana soruya cevabımız "hayır" ise, yani problem bizim dışımızda, etki alanımızın dışında bir şey ise "geçelim" ve bu problemden dolayı stres yaşamayalım. Dediğim gibi böyle bakınca çok etkin bir yöntem gibi de görünmeyebilir ama uygulama safhasına geçince tadından yenmiyor. 

Eşim bu eğitimi aldıktan sonra çift olarak sürekli birbirimize hatırlatmaya başladık. Bir şeye sinirlendiğimizde "yapabileceğin bir şey var mı?" diye soruyoruz birbirimize. İnanır mısınız, gün içerisinde stres kaynağımız olan ve canımızı sıkan olayların yüzde ellisinden fazlası "hayır, yapabileceğim bir şey yok" yanıtıyla eleniyor.

Her sabah ve akşam İstanbul trafiğinde stres ve sinir harbi yaşıyoruz. Yeri geliyor sinyal vermeden önümüze kıran, arkamızdan tampon tampona bizi sıkıştıran, emniyet şeridini kullanan insanlara ne kadar sinirlendiğimizi ve enerji harcadığımızı farkettik. Sinirlenmemeye çalışıyoruz, yoksaymaya ve bu dikkatsiz/düşüncesiz insanları düzeltmek için yapabileceğimiz bir şey olmadığını hatırlatıyoruz kendimize. Aynı şekilde iş ilişkilerinde, özel arkadaşlık ilişkilerinde, ofiste, sokakta... Ben yapı gereği fazla gözlemci bir insanım. Gözlemcilik yapısı hiçbir zaman kaybolmayacak ama sinirlenme halini bitirmeye çalışıyoruz. 

Bizim hayatımızı daha yaşanabilir kılan nokta ise bu felsefenin sayesinde hayatımızın bir dönem orta yerine oturttuğumuz siyaset mevzularının, kapımızın dışına çıkması oldu. Evimize huzur geldi, sakinlik geldi desem... Akşamları haberleri izlemiyoruz, o siyasetçi bunu demiş, öteki bunu demiş gibi mahalle kavgaları yok artık hayatımızda. Çünkü izleyerek ve sinirlenerek bir şey yapabiliyor muyuz? Hayır... Zamanı geldiğinde oyumuzu vermekten, istersek siyasi partilerin örgütlerinde çalışmaktan ve gerektiğinde protesto hakkımızı kullanmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Bunlar dışında hayatımıza sokacağımız her noktası sadece stres kaynağı.

Aksi düşünülürse de "yapabileceğim bir şey var mı?" sorusuna gelen "evet" yanıtı da insanı mutlu ediyor. Evet, ben bunu çözebilirim. Evet, ben bu problem karşısında elimden bir şey geliyor. Bu yanıtları kendinden almak da iyi geliyor insana... Yolda yardıma muhtaç bir hayvan görünce, ah ah vah vah, diye üzülmekten öte, gerçekten de bir şey yapmak, insana büyük keyif veriyor. Yahut da çalışma hayatında karşılaştığımız bir probleme "benim yapabileceğim bir şey var" özgüveniyle yaklaşınca, stresin ortadan kalktığını farkediyorsunuz.

Bu yazım gereğinden uzun oldu, sizleri sıktıysam affola. Ancak bu eğitimden eşimin öğrendiği pek çok farklı detay var. Eğer kendisi de isterse eğitiminin daha teknik kısımlarını anlatacağı bir yazı isteyeceğim ve burada yayınlayacağım, kırmaz beni sanırım :) 

Herkese şimdiden çok keyifli ve güzel, bol anılarla dolu bir haftasonu diliyorum :)

Sevgilerimle, 

11 Haziran 2014 Çarşamba

Babalar Günü Hediye Fikirleri


Bugün, her zamankinden farklı bir yazıyla karşınızdayım. Hatta bundan sonra haftanın belirleyeceğim bir gününde alışveriş önerilerinde bulunmak istiyorum. Kendi kullandığım ya da internette gördüğüm, övgüsünü duyduğum farklı özellikli her tip ürünü/eşyayı/hizmeti paylaşmaya çalışacağım. Detayları aklımda daha da netleştirdikten sonra resmi bir duyuru da yazarım zaten.

Özel günlere takıntılı olmayan herkes gibi babalar gününe de çok takılmadım. Ancak böyle günlerde internette her gezdiğiniz sayfa, ilgili günün hediye reklamlarıyla dolu oluyor. Haliyle benim de gözümü aldı, ne hediyeler var acaba, diye sordurttu. Düşününce, blog sayfası sahibesi olarak çalışmalı, görevimi yapmalı ve babalar gününde babasına ufak da olsa bir hediye almak isteyenler için fikirler verebilmeliyim. Bunun üzerine düştüm internet yollarına, boş bulduğum zamanlarda en keyifle gezdiğim, kendi değimimle "ilginç ne varsa, burada" olarak gördüğüm Buldum Buldum'da turladım. Gözüme takılan birkaç parçayı sizlerle de paylaşmak isterim.

Aşağıda örnek olarak verdiğim ürünler dışında kişiselleştirilebilen pek çok farklı hediye, ofis, dekorasyon ve elektronik olarak birbirinden farklı alternatifler var. Hoşume gidiyor böyle farklı şeyler. Umarım sizler de beğenirsiniz ♥ 

* Linkler Ayrı Pencerede Açılmaktadır *






Kişiye Özel İsim Yazılı Deri Cüzdan

Ben bu fikri çok şık buldum. Hatta kesinlikle babalar gününden öte, her zaman bir erkeğe cüzdan hediye edilebilir. Kabul, yaratıcı değil ama kullanılan ve faydalı bir eşya olduğu kesin :) 





Kişiye Özel Bira Bardağı


Hazır yaz sıcakları gelmeye başlamışken, bira içmekten keyif alan bir baba için şahane bir hediye olduğunu düşünüyorum. İster isim, ister başka bir şey yazdırabilmek de güzel bir detay. Hoşuma gitti benim...
Kişiye Özel Bira Bardağı'nı İncelemek İçin TIK TIK








Kişiye Özel Ahşap Set


Ahşap olması, çalışan babalara faydalı gereçler içermesini çok beğendim. Ayrıca setin içerisinde, kişiselleştirilmiş yazılı bir USB bellek de var ki çalışanlarınız bilirler, ofiste kaybolan USB bellekler meşhurdur. Kaybolmasa, üzerinde isim yazsa ne güzel olur, değil mi? Değil babalara, kendime her an edinebilirim bu setten :)











Londra Telefon Kulübesi Kumbara

Ofiste bozuk paraları biriktirmek, gerektiğinde kullanabilmek için bir yere ihtiyaç olduğu kesin. Çoğunuz da benim gibi kalemliğinin içerisine tıkalıyor olabilir :) Nasıl oluyor bilmiyorum ama (büyük ihtimalle akşamüzeri alınan çikolata ve bisküvilerin artan paraları) çok lüzumsuz bir şekilde bozuk para birikiyor ortalıkta. İşte bu bozuk paralar için hem şık hem de kullanışlı bir çözüm. Baba/eş masalarında çok da şık duracağını düşünüyorum.
Londra Telefon Kulübesi Kumbara'yı İncelemek İçin TIK TIK






Cuplens - Objektif Bardak

Fotoğraf ve gezi meraklısı babalara/eşlere (aslında herkese) çok keyifli bir hediye olduğunu düşünüyorum. En şık da ofiste olur sanırım... Ofisler o kadar karaktersiz ve genel ortamlar ki insan her şeye ufak karakterler katmak, benimsemek ve 10 saatini geçirdiğin bir yere ufak dokunuşlar istiyor. Bu bardak ideal :)





                                                                        Sihirli Şişe Tutucu


Şarap seven babalar/eşler/aileler/evler için çok hoşuma gitti bu ürün. Şahsen ben de bir şarap sever olarak evimde böyle bir şaraplıktan çok keyif alabilirim. Hem dekoratif, hem de farklı tasarımlı, e bir de işlevli olunca tadından yenmiyor. Bence güzel bir hediye alternatifi. Sihirli Şarap Tutucu'yu İncelemek İçin TIK TIK







* Bu Yazı Sponsorlu Değildir * 

9 Haziran 2014 Pazartesi

Sevgili Faik, Ahmet ve Anne

Yaz havaları ne kadar da yağmurların esiri olmuş olsa da ısınan hava ve bitmekte olan eğitim öğretim yılının sonucu olarak mahallemizin "sevgili" çocukları sokağa döküldüler.

Malumunuz artık evde camlar da açık, bütün sokak evin içerisinde. Bütün haftasonu boyunca aynı çocuk grubu (tahminen 10 çocuk), sabahtan gece 11-12'lere kadar sokakta oynuyorlar. Bağırışlar, kaykay sesleri, çığlıklar, ağlamalar, kavgalar, gürültüler... Nasıl bir oyun oynadıklarını bilmiyorum... Öyle koşuyorlar ve bağırıyorlar ortalıkta... 

Hiçbir çocuğu tanımıyor olmamıza rağmen çoğunun adını biliyoruz. Bütün gün birbirlerine seslenip, haykırarak bir uçtan bir uca kadar bağırıyorlar... Grubun en popüler çocukları Ahmet ve Faik. Herkes onları çağırıyor... Faikkkkk, Faikkkkk, Faikkkk....

Bir süre sonra bu çağırmalar öyle can sıkıcı bir hal alıyor ki inanamazsınız... Sonunda delirip, sokağa çıkıp Faik'i kolundan tutup, arkadaşına teslim etmek istiyor insan... Faik'i herkes çağırıyor ama Faik kimseye gitmiyor, tam bir kısır döngü...

Ahmet ise biraz daha farklı. Faik gibi "aranılan eleman"dan öte daha çok "kaybolan eleman" halinde. Arkadaşları sürekli olarak onu arıyorlar. "Ahhmmeett?! Ahmet nerdeeee?". Artık nerelere saklanıyor, neler yapıyorsa, herkes onu arıyor, sürekli kaybediyorlar...

Bir de annnneeeeee diye haykıranlar var. Çocuklar bir şekilde sokaktan, evin içerisinde olan annelerine bağırıyorlar. Anneler bu bağırışları ya duymuyor ya da duymamazlıktan geliyorlar, bilmiyorum. Anne bakmadıkça çocuk daha çok bağırıyor, daha çok bağırıyor, anne bakmıyor, daha çok bağırıyor... Aynı Faik'i kolundan tutup arkadaşına teslim etme hissinin benzerini, evlerine gidip de anneyi cama çıkartma hissiyle beraber yaşıyoruz. Bir bak çocuğuna, ne olur, lütfeeen! 

Bu çocukların gürültüsüyle tam bir haftasonu geçirdikten sonra neden çocuksuz hayatımızı huzurlu bulduğumuzu bir defa daha anladık... Huzurluyuz...

Sevgili Faikkkkk, 
Arkadaşların seni çağırdığında ya yanlarına git ya gelmeyeceğini bağır sen de. Ya da birazdan geleceğini belirten bir haykırış at, ne olur, bağırttırma böyle.

Sevgili Annneeee,
Çocuğun sana bağırıyor, sokakta ama bakmıyorsun. Nasıl oluyor bu? Ya bir şeye ihtiyacı varsa? Çocuğunun sana bağırmasını duymuyorsan daha fena... Bu da gösterir ki çocuğunu kontrolsüz olarak sokağa salmışsın... Sonunda çocuğa bakasımız geliyor "Efendim çocuuuummm" diyesimiz geliyor. Ne olur, ilgilen çocuğunla, lütfen...

Sevgili Ahmetttttt,
Madem arkadaşlarınla oynamak için sokağa çıktın, oyna o zaman. Madem bir yerlere kaybolacaksın, saklanacaksın, niye arkadaşlarınla çıkıyorsun, neden onlara vaatlerde bulunuyorsun. Kendi başına çık o zaman sokağa. Sürekli kaybolma, ne olur...

6 Haziran 2014 Cuma

Taksi Mi Hız Treni Mi?

Uzun zamandır ilk defa dün iki sefer taksiye bindim. Unutmuşum takside olmayı... Taksicilerle trafikte boğuşmak, sinirlenmek, taraflarından sıkıştırılmak... Bunlar alıştığımız şeyler ama içerisinde olmak bambaşka bir deneyimmiş...

İki seferde de canımın derdine düştüm, arka koltukta bir o yana bir bu yana savrulurken "Kaza yaparsak hangi camdan fırlarım acaba?" diye sorularda buldum kendimi. Hız treninden farksız, adrenalin dolu seyahatlerdi benim için.

Öncelikle arabalarda hep ağır bir koku vardı. Bu koku pislik ya da ter kokusu değil, ağır bir araba kokusu gibi... Büyük ihtimalle arabaya bir koku sıkıyorlar ama öyle ağır kokuyor ki... Sevgili taksiciler, şöyle çiçekli misss gibi kokular var, onları deneseniz?

Arabanın kendisi deseniz, dışarıdan bakınca tertemiz/yeni görünmekle beraber, içerisinde giderken farkettiğiniz şekilde çok külüstür, fren mesafesi çok uzun, basınca durmayan, çukurlara girince çıkamayan bir kalitesizlikteydi.

Bir de işin en önemli kısmı hepimizin bildiği gibi, taksiciler çok sinirli, zerafetten yoksun, benim verdiğim parayla onun müşterisi olduğum fikrini benimsememiş, hizmet fakiri insanlardı... Sonuçta ben neden taksiye biniyorum? Özel hizmet almak için. Bunu istemesem taksi ile 15TL verdiğim yere, otobüs ile 1.50TL'ya gidebilirim. Ancak taksicilerde aksi bir hal var "Geldi yine müşteri, offff" tavrı... E kardeş, ben gelmesem nasıl para kazanacaksın?

Tüm bu yazdıklarımı bir taksici okusa ya da söylesem, "Kolaysa sen bütün gün İstanbul trafiğinde direksiyon salla hanımmm" diye celallenir. "Sen de kolaysa gel benim işimi yap" diye cevap versen de üzerine saldırır sanırım... Hepimizin işleri kendimize göre zor. Kimimizin daha fiziksel, kimimizin zihinsel, kimimizin sosyal zorlukları var gün içerisinde boğuştuğumuz. İşini layıkıyla yapmamanın affı ise "işinin zorluğu" olamaz...


4 Haziran 2014 Çarşamba

Terakki Mezunuyum, İsrail Askeri Miyim?



Dün akşamüzeri Terakki mezunları arasında sosyal medyada nefretle ve biraz da alayla dolaşmaya başlayan, Yeni Akit'in haberi ile başımdan vurulmuşa döndüm. 
Haberi burada görebilirsiniz (yeni pencerede açılır). 


Ben ortaokul ve liseyi Şişli Terakki'de okudum. Hem orada okurken, hem de mezun olduktan sonra herkese gururla söylerim "Terakki'liyim" diye. Neden mi? Çünkü Terakki'de Atatürk ilkeleri ile eğitim görürsünüz, her din/dil/kültürden öğrencisi vardır, eşitlik vardır, kültür, adalet vardır. Eğitimi ise benzer özel okullara göre çok kaliteli ve ağırdır, kuralcıdır, belki biraz tutucudur bile... Zaten 1877'de kurulmuş olan bir okulun tarihi geçmişi ve kökenleri gereği, aksi düşünülemezdi. 

Beraber sıra paylaştığım arkadaşlarım arasından İsrail askeri olan ve "Filistinlileri katletmek ve topraklarını ellerinden almak için görev yapan" birisi olmadı. Olduysa da bize ne? Okula ne? Mezunlarına ne? Aynı sınıfta birbirimizin dinini bile bilmeden senelerce okuduğumuz musevi ya da farklı bir inançtaki arkadaşlarım, ülkelerine dönmüş ve ülkelerinin inanç/siyaseti gereği asker de olmuş olabilir, olmamış olabilir de. Bundan bize ne? Ben Terakki'den mezun olduğumda İslami bir devletin ordusuna katılıp o yönde savaşsaydım bunun bahsi geçecek miydi? Zannetmiyorum...

Sırf siyasi konular, ihtiyaçlar, çıkarlar gereği böyle köklü bir kurumun kullanılması çok üzdü beni. Hem senelerimi orada geçirmiş olmamdan ötürü, hem de bir okulda okuyan insanların direkt olarak dinlerine yönelik kışkırtma ve genelleme yapılmasından dolayı çok sıkıldım. Okulumuzun, birilerinin bir şekilde ayağına dolandığı, çıkarlarına ters düştüğüne eminim. Tam da bu nedenle böyle bir saldırı başladı.

Terakki, adil, köklü, ilkeli, eşit ve Atatürkçü bir okuldur. Aynı şekilde tüm öğrenciler ve öğretmenler de o şekildedir. Aksini kimse iddia edemez. Ailemin çabaları sayesinde böyle bir okulda okumuş olmaktan gurur duyuyorum.



2 Haziran 2014 Pazartesi

Benim de Çiçeğim Var Ki ♥

Her zaman söylüyorum ama önceki yazılarımı takip edenler bilirler, bizim evde çiçek bakmanın imkanı yok. Yaramaz PİSİ ve ÇAKIL ikilisi evde çiçek yaşatmıyorlar. İster vazo, ister saksı, ister çiçekli, ister yapraklı... İlk olarak dost canlısı, sevimli koklamalarla başlıyor her şey. Ardından minik minik kenarından ısırmalar "Sadece merakımdan anneciğim, dur bakayım bu neymiş" tavırları. Bir süre geçtikten sonra ise ısırıkların boyutu büyüyor, kopartmalar başlıyor, toprakları eşeleniyor, derken çiçek sizlere ömür...


Çiçeksiz evin mutsuzluğu ile kedili evin mutluluğu arasında kaybolduğumuz bir yerdeyken benim güzel annem elinde kraliçe taçı gibi bir orkide ile geldi evimize. "Gördüm, dayanamadım, aldım" dedi. O an üzüldüm, bunu da yer bizim canavarlar, yaşatmazlar dedim. İlk gün haftasonuydu ve evdeydik, salonda baş köşeye yerleştirdim. Masum koklamalar, diş atmalar başlamıştı... Yatak odasında çiçek sağlıklı değil, deseler de yatak odamıza taşıdım ve orada da baş köşeye yerleştirdim. Hiç olmazsa kapısı kapalı, koruyabilirim yavrucağı diye düşündüm. Ki korudum da :) Her hafta güzel güzel suluyorum, yapraklarını seviyorum, , iyi geceler diliyorum :) Görmemişin çiçeği olmuş, öpe koklaya bitirememiş :)


Velhasıl şuan orkidemiz pek sağlıklı, arada dişlenmiş ufak yaprakları, kopartılmış birkaç kökü olsa da bizimle beraber yaşamaktan çok mutlu. Blog yazılarınızda güzel çiçeklerinizi, fotoğraflarınızı göre göre nasıl imrendiğimi biliyorsunuz. İşte benim de artık çiçeğim var, çok mutluyum :)

Bu mutlulukla güzel geçsin hepimizin haftası. Yaz geldi, yavaş yavaş izinler de başlasın, dinlenelim ve eğlenelim biraz.

Sevgiler,