30 Ocak 2015 Cuma

KINLE PAPERWHITE E-KİTAP OKUYUCU


En çok gönlümden geçen ama bir türlü elimin gitmediği yazılardan bir tanesiyle daha karşınızdayım. Kitap kurtları camiasında biraz yerden yere vurulan, biraz kabul gören, biraz eleştirilen, biraz da merak edilen yegane konu olan elektronik kitaplar ve elektronik kitap okuyucuları.

Elektronik kitap deyince aklıma benim de eskiden gelen “İnternetten indir, ipad üzerinden kitap oku”idi. Denedim, olmadı, ışığıyla ve renkleriyle öyle gözümü yordu ki yapamadım... Sonra bu sevdam geçti, normal kitaba devam ettim. Ardından Amazon’un elektronik kitap okuyucusu olan Kindle’a rastladım internet gezilerimle. Nasıldır, nasıl olur derken bol bol araştırdım ama satın almadım. Bir Cumartesi günü eşimle beraber kahvaltıya çıktık dışarıya. Yol üzerinde nedense Yurtiçi kargo şubesinde durduk, bir paket aldı eşim. Paket açılınca içerisinde bir Kindle Paperwhite çıktı! Bana hediyeymiş hem de! O gün heyecanla ilk Kindle girdi evimize... İlk Kindle diyorum, bir hafta sonra eşim de cihaza öyle bayıldı ki kendine de bir tane sipariş verdi.

Kelimelerin ve cümlelerin arasında sizi boğmamak için aşağıda ana başlıklar halinde madde madde yazacağım tüm tecrübelerimizi. Umarım sizin de bizim bu tecrübelerimizden yola çıkarak elektronik kitap dünyasına bakış açınız biraz daha yumuşar.



KINDLE’IN OLUMLU YÖNLERİ

·        Kindle’a özel olmayan ama benim gözümde tüm elektronik kitap okuyucularının yegane olumlu yönü: yanınızda kitaplık taşıyabilmeniz. Kalınca bir kitaptan çok daha hafif ve küçük olan bir cihazı çantanıza attığınızda, istediğiniz her yerde, istediğiniz kitabı okuyabilirsiniz.

·        Elektronik kitap okuyucularının ortak özelliği olan e-ink teknolojisi mükemmel bir özellik! Benim gibi teknoloji hakkında çok bilgisi olmayan birisi için devrim niteliğinde, aklının sınırını zorlayan bir şey. Çıplak göz ile kitap sayfasından neredeyse ayırt edilemeyen, ışığıyla göz yormayan (tamamen ışıksız da kullanılabiliyor), acayip bir şey! Teknik detaylara hiçbir zaman girmediğim gibi e-ink teknolojisi hakkında da ahkam kesmeyeceğim, internette teknik boyutuyla ilgili süper yazılar var, araştırabilirsiniz. Velhasıl bu teknoloji sayesinde saatlerce kitap okunabiliyor, kitap sayfasından ayırt edilemiyor, kesinlikle güneş ışığı altında ekran parlaması olmuyor.

·        Elektronik kitaplar artık ülkemiz pazarında da yavaş ama emin adımlarla kendine yer açmaya başladı. Bilhassa idefix.com ve dr.com.tr üzerinden pek çok güzel Türkçe kitaba ulaşılabiliyor. Aynı şekilde babil.com’un kendi elektronik kitap okuyucu cihazına yaptığı yatırım sayesinde Türkçe kitaba da yer verdiler.

·        İngilizce ya da farklı dillerdeki kitaplarda sınır yok. Ciddiyim... Bilhassa bedava kitap indirebileceğiniz ve Kindle formatına çevirip de cihazınızda okuyabileceğiniz milyonlarca kitaba evsahipliği yapıyor internet dünyası. Bu “kitap indirme” konusunda internette pek çok kaynak var. Çok resmi ve yasal kaynaklar olmadığı için sizlerle ilk ağızdan paylaşmamın uygun olmayacağını düşünüyorum ama kendi insiyatifinizle bu konuda çok bilgi edinebilirsiniz.

·        Kindle cihazı oldukça küçük ve ince olduğu için elinizde hafif bir şekilde tutmak, kenarına yapacağınız minik bir parmak dokunuşu ile sayfa değiştirmek çok kolay. Kolaylığını geçtim, kitap okuma hızınızı bence ikiye katlıyor.

·     Evinizin koltuğunda oturmuşsunuz, internette idefix.com’u geziyorsunuz diyelim. Beğendiğiniz bir kitap olduğunda hemen bilgisayarınızdan satıl alıp, hemen format çeviriciden geçirip, hemen Kindle’ınıza yükleyip okumaya başlayabiliyorsunuz.

·        Kitabınızı okurken dokunmatik ekranı sayesinde sayfalara notlar alabiliyorsunuz, beğendiğiniz yerlerin altını çizebiliyorsunuz, cihaza gömülü İngilizce sözlük sayesinde anlamını bilmediğiniz bir kelimeyi sadece üzerine tıklayarak sözlükte görebiliyorsunuz, daha sonra bu kelimelere topluca bakabiliyorsunuz, kitapta geçen karakterleri hatırlamak için ismin üzerine basarak o karakterin bulunduğu bölümleri görebiliyorsunuz... Bunlar ve daha fazlaları bu cihazda mevcut.


·           İngilizce ve bedava okuyabileceğiniz bir derya olunca, eğer ki İngilizce dil pratiği yapmak gibi bir amacınız var ise doğru yerdesiniz. Sınırsız kitap kaynağı, İngilizce sözlük desteğiyle çok faydasını görebileceğinize eminim. İngilizce dediğime bakmayın, tüm dillerde kaynak o kadar fazla ki!

·        Sayfalardaki harf boylarını, yazı karakterlerini, satır ve kelime aralıklarına tamamen zevkinize ve okuma tercihlerinize göre ayarlayabildiğiniz için her anlamda kişiselleştirilmiş bir okuma elde ediyorsunuz. Bilhassa yakın gözlük kullanmak zorunda olanlar açısından büyüyen yazı karakterleri sayesinde uzun saatler süren okuma maratonlarında gözlük kullanmak zorunda kalmayacaklar.

·        Kindle Paperwhite cihazına eklenen ekran içi aydınlatma sayesinde gözünüzü yormayan şeker gibi derin bir aydınlatmayla gece karanlığında bile kitap okuyabiliyorsunuz. Zifir karanlıkta bile denedim (bkz: elektrik kesintisi), hiç göz yormuyor, saatlerce okunuyor (bkz: saatlerce gelmeyen elektrik).

·        Çok hızlı şarj oluyor, çok uzun süreler şarjı bitmiyor. Yeri geliyor ki okuma sıklığınıza göre bir ay şarjı bitmiyor. Kitap kurdu iseniz bile en az bir hafta gidiyor.


KINDLE’IN OLUMSUZ YÖNLERİ

·        Türkiye’nin basılı kitabı olmadan elektronik kitabının satışına izin vermemesiyle çıkış yapan engellemeler nedeniyle malesef ki ülkemizde Amazon.com üzerinden kitap alımı yapamıyoruz. Bu konuda tabiki zilyon tane çözüm var, kitabınızı Amerika’dan alıyormuş gibi göstererek bu problemi çözebiliyorsunuz ama ben bu konuya girmeyeceğim. İnternet üzerinde bu konuda pek çok kaynak bulabilirsiniz.

·        Diğer elektronik kitap okuyucu cihazlar hakkında pek bilgi sahibi değilim ama sanıyorum ki diğer alternatiflerine göre TL karşılığı olarak baktığımızda Kindle daha pahallı. Bu farklı fiyatının karşılığını verdiğine eminim ama bu noktada tercihler devreye giriyor.

·        Türkiye’de hala gelişmekte olan bir pazar olduğu için malesef ki basılı kitaplar ve elektronik kitaplar arasında cezbedici bir fiyat farkı yok. Nasıl olmaz? Depomama, baskı, taşıma maliyeti olmaması nedeniyle en azından yarı fiyatına satılmalı. Burası Türkiye... Zaten kitap satılmıyor ki...

·        Kindle cihazı, elimizde her gün kullanmaya alıştığımız tabletler ya da cep telefonları gibi değil. Özel ekran eknolojisi sebebiyle çok daha hassas... Ekranı düşmelere, sıvı temaslarına, çizilmelere karşı oldukça tehlikeli. Bu nedenle Kindle cihazınızı elinize aldığınızda hemen bir de kılıf edinmenizi tavsiye ederim.

·        Eğer ki Türkiye’deki internet sitelerinden resmi yollardan kitap alacaksanız, basılı kitaplara çok yakın fiyatlar ödemeye hazır olun. Amazon.com üzerinde gezerken gördüğünüz 1-2 dolara satılan kitaplar gibi değil malesef.

·        Elinizde gören herkes ya boş boş tablet bilgisayara baktığınızı sanıyor ya da “Amannn kitap oradan mı okunur? Şöyle kitap kokmadan olmaz, sayfa çevirmeden olmaz.” Diye taciz ediyor. Halbuki kitap okumayı sevenler olarak birbirimize daha sevimli yaklaşsak, tercihlerimize saygılı olsak, olmaz mı ki?

·        Evet kitabı fiziksel olarak elinizde tutamıyorsunuz, bitirdiğinizde kütüphanenize yerleştirip izleyemiyorsunuz, birbirinden güzel kitap ayraçları kullanamıyorsunuz, uzun aralıklar da olsa şarjı bitiyor... vb elektronik kitap okumanın fıtratında olan detaylar var, yok değil.



KINDLE KILIFI ALIRKEN NELERE DİKKAT ETMEK GEREKİR?

·        İnternette gezinirken Türk satıcıların listelerinde bulunan kılıflara, bilhassa da fiyatı nedeniyle itibar etmemenizi öneriyorum. Biz eşimle aldık, 20TL daha ucuza gelsin istedik, rezalet ürünler geldi, hepsini iade ettik. Bunun yerine Türkiye’de orjinal Kindle kılıfları satan bir internet sitesi var (her şekilde hemen buraya denk gelirsiniz), oradan kaliteli ve verdiğiniz paranın hakkını verecek bir kılıf almanızı öneririm.

·        Standart kapaklı kılıflar yerine manyetik kapaklı kılıf almanızı öneririm. Bu manyetik kapak sayesinde, kapağı kapattığınızda Kindle cihazınız da otomatik olarak kapanıyor. Aksi halde pek de ergonomik konumlandırılmamış olan açma/kapatma düğmesini kullanmak zorunda kalacaksınız, çok tatlı bir şey değil.



ÖZET: Yukarıda sıralamaya çalıştığım maddelerden de anlayabileceğiniz üzere eşim ve benim düzenli olarak kullandığımız, laf aramızda kitap okuma sıklığımızı arttırmış, bilhassa yabancı dil kitaplara rahatça ulaşamımızı sağlamış bir icat oldu. Verdiğimiz her kuruşa değdi, bizi mutlu etti, farklı hayatlara pencere açmamıza katkısı oldu, yıllar sonra yine dış mekanlarda kitap okumamızı sağladı. Elektronik kitaba karşı duyulan ön yargılarınızı bir kenara bırakıp, internette videolu tanıtımlarını izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.



  

14 Ocak 2015 Çarşamba

MAVİ KAPAK KAMPANYASI YALAN MIYDI?



En son geri dönüşümle ilgili yazdığım kısa yazının ardından, ülkemizdeki "mavi kapak toplama yalanı" konusu geldi. Ah ne güzel, pek güzel, hem ihtiyacı olan engellilere sandalye hem de geri dönüşüm sağlıyor, mükemmel! diyerek bayıldığımız kampanyanın, aslında tamamen yalan ve çıkar üzerine kurulu olduğu anlaşıldı. Hakkında çok yazıldı, çizildi, eleştiri aldı ya da en azından engelli arabası sağladılar boşverin bile denildi... Sizin bu konudaki fikriniz nedir bilmiyorum ama benim gözümde yeteri kadar dile bile getirilmemiş, aslında ülkenin sallanması gereken çok acı bir skandal. Ancak internette gezinirken farklı görüşler de karşıma çıktı. Bu yazıda yazanların asılsız iddialar olduğu, hatta külliyen yalan olduğu da yazılıp çizilmiş. Hangisi doğrudur bilmiyorum; herkesin kendi araştırmalarına, dikkate aldıklarına göre değişebilir. Ancak benim için bu iddia çok gerçerli, mantıklı ve "ülkemizde olabilir" kategorisinde göründü. İlgili yazıyı ENGELLİ TV HABERİnde okuyup, sonrasında başka yazıları da araştırarak kendiniz bir karar varabilirsiniz. 


12 Ocak 2015 Pazartesi

BÖCEKLİ TEYZE


İki sene önce aldığımız, içini ve bulunduğu bölgeyi çok sevdiğimiz, kısmetse uzun yıllar oturmayı planladığımız evimizdeki tek problemimiz: KOMŞULARIMIZ. Daha önceki birkaç yazımda da sizlerle paylaştığım manyaklık düzeylerinden, kalabalık ve aşırı gürültücü olmalarına, umursamaz ve cahil olmalarına kadar pek çok farklı problem yaşıyoruz. Evimizin bulunduğu semt oldukça nezih, işinde gücünde insanların yaşadığı bir yer olmasına rağmen, bizim apartmanızımız malesef ki tam tersi. Dairelerdeki hanımlar çalışmıyorlar, komşuluk ve dedikodu üst seviyede; saat, alt komşu veya üst komşu mefhumları yok. Misal gecenin 11’inde apartmanın içerisinde bağıra bağıra telefon ile konuşabiliyorlar. Yahut da haftasonu sabahı saat 7’de üst katımızda boylu boyunca garrrrççç diye sandalye çekebiliyorlar. Tüm seslerinin bahanesi “çocuk” olurken, bize bir usta gelse vakitlice bir duvar delse hemen kapıya dayanıyorlar ki sebep yine “çocuk uyuyor”. O çocuk bizim mi yoksa onların mı karar veremedim... Neyse...

Tüm bu evlere şenlik komşular ve apartmanımızın başrolünde ise bizim için “Böcekli Teyze” bulunuyor. Gece gündüz, saatli saatsiz bir şekilde her gün sokakta. Sokakta derken, ne yaptığını bilmiyoruz, öyle turluyor... Balkonlara, camlara, diğer ev hanımı dedikodu meraklılarıyla bağıra bağıra konuşuyor. Öyle ki sabah çıkıp, akşam eve giren bir çift olarak apartmanda çoğu daire sahibini daha hiç görmemişizdir ama böcekli teyzeyi her gün görüyoruz! Peki böcekli teyze ismi nereden geldi diye merak ediyor olabilirsiniz. Bu arada küçük not, gerçek ismini gerçekten de bilmiyoruz. İşte hikayesi:

Geçen sene bizim evde birer hafta ara ile iki defa minik ölü böcek bulduk. Büyük ihtimalle kediler yakaladılar ve öldürdüler diye düşündük. İki tane olunca ise ister istemez aklımıza takıldı ve kutu içerisindeki yemli ilaçlardan evin kuytu köşelerine yerleştirdik (kedilerin ulaşamayacağı noktalara). Sonrasında ise aklıma takıldı, belki ev kapısından da giriyor olabilir diye düşündüm ve evimizin kapısının dış köşesine de bir tane koydum. Tüm bu yemleme işi zaten önlem amaçlı olduğu için pek de kafa yormadık.

Kutu yemli ilacı kapıya koyduktan bir hafta sonra akşam vaktinde kapı çaldı, tam da eve gelmişiz ve yemek hazırlıyorum. Kapıyı eşim açtı, bıdı bıdı bıdı konuşuyor birisi apartmanda. Ben de herhalde yönetim ile ilgili diğer komşularla konuşuyorlardır diye hiç oralı olmadım ve işime devam ettim. Sonra eşimin anlattığı diyalog şöyle:

Böcekli Teyze: Erkek beyy böcek vaaamı sizde, böcek?
Erkek: Yok öyle iki defa çıktı, önlem olarak koyduk ilacı.
Böcekli Teyze: Ahhh Erkek beeyy, bizim evi böcek bastı. Her yerden çıkıyor, artık evi satıp gideceğim.
Erkek: İlaç koydunuz mu siz de?
Böcekli Teyze: Yok koymadık. Gitmiyorlar bir türlü.
Erkek: İlaç koymazsanız nasıl gidecekler ki?

Diye her geçen diyalogda daha lüzumsuz bir hal almak suretiyse 15 dakika kadar kapı ağızında bu sohbet sürmüş. En sonunda eşim “İyi akşamlar, iyi akşamlar, iyi akşamlar...” diyerek suratına kapıyı kapatmış. Bu sohbetin ardından düzenli aralıklarla kapımızı çalıp “Böcek vaamı? Böcekler nooodu? Ahh bizde çok kötü....” diye diye tacizine devam etti.

Bir akşam iş çıkışında apartmana giriyoruz. O akşam da annem bize yemeğe geldi ve bizden 5 dakika önce gelince apartmanın dış kapısında durmuş bir sigara içerek bekliyor. Tabiki Böcekli Teyze yakalamış. Annemi hakkımızda bir sürü soru yağmuruna tutmuş, böceklerinden bahsetmiş, bizim evde çoook kedi olduğunu duyduğunu söylemiş. Sonunda biz geldik de annemi kurtardık elinden. Annem de şaşırmış, “Bu nedir böyle” diye diye kendine zor geldi.
Bunun ardından anladığımız kadarıyla bizi “tanıdık-komşu” ilan etti ve iyice cozutmaya başladı. Evimizdeki tadilatlar sırasında kapımızı çalıp, abuk sabuk bahanelerle içeriye bakmaya ve ne yaptırdığımızı öğrenmeye çalıştı. Yaz sonunda açık olan penceremize doğru sokaktan bağırarak diyaloğa girdi. En bombası ise dün akşam gerçekleşti... Geçen haftasonu evimizin çelik kapısını değiştirdik. Çelik kapıyı değiştirince de uzun süredir unuttuğumuz böcek yem kutusunu kaldırdık oradan. İki üç gün geçmişti ki üzerinden, yine haftaiçi akşam vaktinde kapımız çaldı. Eşim kalktı, delikten baktı, kimse yok. Açtı kapıyı. Duvarın arkasına saklanmış bir şekilde Böcekli Teyze bekliyormuş. “İyi akşamlarr” sesini duyar duymaz ben de koştum kapıya. Aksi halde yumuşak davranan eşimi yakalayınca daha uzun tutuyor kapıda... Diyaloğumuz şöyle gelişti:

Böcekli Teyze: Bu kapınızın şurasını (en alt köşe kısmını gösteriyor) niye kapatmadı ustalar?
Kız/Erkek: Neresi? Bir şey yok kapımızda, teşekkürler.
Böcekli Teyze: Bak bak şurayı iyi kapatmamışlar, delik kalmış, böcekler saklanır oraya. Hep evinize girerler sonra, bak bizim evi de böcek bastı zaten. Her yerden geliyorlar, satacağım bu evi.
Kız/Erkek: Hııı biliyoruz, teşekkürler, kapımızdan memnunuz, deik de yok. Böceklerle de ilgilenmiyoruz. Teşekkür ederiz, iyi akşamlar.
Böcekli Teyze: Ama bak bak, buradan girerler içeriye. Hep saklanırlar deliğe, sonra sizin evi de böcek basar. Bak bizim eve. Bak bak tam şurada delik. Güzel de olmuş kapınız, tadilat yaptırıyorsunuz değil mi, iyi olmuş.

Bu diyaloğun bozuk plak gibi olduğu, bizden istediği dedikodu malzemesi yapacağı yanıtları alamadıkça başa saracağını anladığımız noktada o konuşmaya devam ederken kapıyı kapattık...


Sonrasında neye uğradığımızı anlayamadığımız bir halde koltuğa oturduk, bir süre düşündük... Eşim “Delikten baktığımda görünmüyordu, duvarın arkasına saklanıyor ve kapıyı açınca duvarın arkasından çıkıp kapının önüne yapışıyor” dedi. İnanamadık... Bu kısımlar artık işin sapıklık boyutuna geçtiği ve komşuluk iyi niyetinden çıkıp, rahatsızlık noktasına geldiği bölümdü. Bundan sonra Böcekli Teyze eğlence konumuz olmasından öte, dikkatli olmamız gereken bir sapık durumunda. Hem akşam akşam zırt pırt lüzumsuz sebeplerle kapımızın çalınmasını istemiyoruz... Bütün gün çalışmışız zaten, sonrasında ise iyi niyetten çok uzak sohbeti için evimin özel kapısında gizlenen sapıklıkla uğraşmak istemiyorum. Bundan sonraki diyaloglarımız sertleşecek. Böcekli Teyze ile maceralarımızın devam edeceğine ve size bu sayfalarda yeniden yazacağıma eminim.

9 Ocak 2015 Cuma

İSVEÇ'İN GERİ DÖNÜŞÜMLÜK ÇÖPÜ KALMAMIŞ!

Sözcü Gazetesi’nin 15 Kasım tarihli haberine göre İsveç’in geri dönüşümlük çöpü kalmamış! Bu konu başlığını, haberin yayınlandığı gün blog yazı listeme eklemiştim. Ancak yazısız geçen sürem boyunca sayfada durdu öylece. Haberin sırf tarihi geçti diye hakkında yazmayacak değilim tabiki...

Şu linkteki haberde sizin de detaylarını görebileceğiniz üzere TIK TIK bu konu şaka değil, gerçek! Ülkedeki çöpün sadece %4’ü geri dönüştürülemez haldeymiş. Geri kalan %96’lık bölüm ise geri dönüşüm sayesinde evlerin elektrik ve ısınma ihtiyacı karşılıyormuş.

Ülkemizde hala geri dönüşüme dair hiçbir şey yapılmadığı, haftada bir gün de olsa çöp poşeti dahil belediyeler tarafından sağlanan geri dönüşüm toplama çöp arabalarını yok sayarak hiç de iyi bir noktada olmadığımızı kanıtlıyoruz adeta. Malesef ben de ufak tefek çöplerim haricinde geri dönüşüme katılmadığımı üzülerek itiraf ediyorum. Ana sebebim ve şikayetim ise  haftalık gelen, geri dönüşüm çöplerini toplama aracının benden beklentisinin şekli. Yani çöpümü bana verdiği çöp torbasına koyup, kaldırıma bırakmam... En azından bu amaç ile belirlenmiş ayrı çöp kutuları sokaklara yerleştirilebilse de ben de düzenli olarak oraya atabilsem. Misal annem bu geri dönüşüme katılıyor ama çok büyük sıkıntı yaşıyor. Çünkü hafta boyunca ayırarak biriktirdiği çöplerini evde muhafaza etmek durumunda kalıyor. Söz konusu çöpler bilhassa plastikler ve metaller olunca da poşet poşet çöp birikiyor evde... Bu harekete katılmak isteyenlerin tercih edebilecekleri ve düzenli olarak çöplerini atabilecekleri konteynırların getirilmesi şart...
Tüm bu sürecin gelişmesi, geri dönüşümün hayata geçmesi için Avrupa ülkerindeki gibi “mecburiyet” getirilmedi. Günlük gelen çöp arabaları, sadece niteliğine göre ayrılmış çöpleri toplamalı, mecburi olmalı, aksi halde çok yüksek cezalar uygulanmalı. Bu sayede ilk başta cezalar ile başlamış mecburiyet, zamanla alışkanlığa, ardından da farkındalığa ulaşmalı.

Hepimiz biliyoruz ki tükettikçe, artık çıkartmaya devam ettikçe yaşayacak yerimiz kalmayacak...

7 Ocak 2015 Çarşamba

KAÇIN! MODA GELİYOOR!


Moda konusu ne anladığım, ne ilgi duyduğum bir konu olmadı hiçbir zaman. Ne güzel giyinirim, ne de çok özenirim... Senelerdir aynı, renksiz, siyah ve gri, düz, sakin ve rahat giyiniyorum. Aksini yapanları tebrik eder, dergilerde ve bloglarda göz gezdirirken pek beğenir ama kendimi hiçbir zaman o dünyaya ait hissetmem.

Derken kar yağar mı yağmaz mı diye internette gezerken sadece magazin sitelerinde değil, haber sitelerinde ve sosyal medyada da Sibel Can’ın büyük oğlu Engin Can Ural’ın fotoğraflarına denk geldim. Çorbacıdan çıkmış sanırım ve bu fotoğrafta gördüğünüz halde fotoğraflanmış... Görenler dayanamamış, fotoğraflarını çekmişler ve şuan her yerde kürklü montu, sanki içine don giyip çıkmış gibi kıllı bacakları ve beyaz ayakkabı beyaz çorap eşliğindeki bu moda çılgınlığıyla sallanıyor her yer. İlk paragrafımda da belirttiğim gibi insanların moda takiplerini ya da tercihlerini eleştirebilecek ne bilgiye ne de zevke sahip değilim ama her şeyden önce insanım ayol! Bir gözüm, normal sayılabilecek sınırları çizebilecek bir fikrim var... Altı kaval üstü şişhane denir ya tam öyle olmuş. Üstü üşümüş giyinmiş, alttan soğuk soğuk rüzgar vuruyor. Kılları var soğuğu tutar derseniz de yok kardeşim tutmaz, baksanıza üst kısma eskimo gibi... Bir de güzel olmamış ki... Hiç... Gözü ilk olarak beyazlar çekiyor, sonra biraz üste çıkınca kıllar, sonra kıyafetinin en normal kısmı olan montu geliyor. Montta da komik olan kısım, kapşonunu annesinin lahana gibi sarıp bağladığı zavallı çocuklar gibi bağlamış; ortada sıkışmış ay gibi yüzü. Dalga geçmek ya da eleştirmek için söylemiyorum ama fotoğrafı görünce aldı beni bir gülme, vallahi sinirim bozuldu J

Şu ana kadar yazdıklarım işin magazinsel kısmıydı. Olayın aslı ise şöylemiş ki Engin Can Ural arkadaşlarıyla beraber halı saha maçı yapmış ve sonrasında yemek yemeye gitmiş. Yani formasının üzerine montunu çekmiş ve bu kıyafetle fotoğraflanmış. Tabiki normal bir olay, hepimiz spor kıyafetimiz üzerine mont giyeriz, belki o şekilde eve gideriz vs. Ancak şahıs ünlü olunca ve maçın ardından mekan mekan böyle bir kıyafetle gezince gündem olmuş. Bari fotoğraflanmadan önce montunun önü açık olarak çıksaymış mekandan da en azından işin aslı astarı belli olurmuş.


Kızlı Erkekli Kedili olarak magazinel konulara da el attıysam kıvama gelmişim demektir, kimse tutmasın, bundan sonra neler neler yazacağım :P Yok, yok şaka! Günlük 5 dakikalık magazin okumasından başka alakam yok bu konularla, öyle güzel geldi ayağıma, bu seferlik vurdum ben de sadece J


5 Ocak 2015 Pazartesi

Neler Oldu, Neler



 Son yazımın üzerinden 1 ay geçmiş :/ Her geçen günü hissettim, her geçen gün “Yazamıyorum ama...” şeklinde dertli ızdıraplar çektirdim kendime. Ardından ise yine kendime hatırlattım “Burası benim özel alanım, burası benim keyfim, mecburiyetlerim yok, düzenli yazı yazmamı teşvik etmesinden öte bir amacı olmayan bir yayın takvimim var, uymadığım zaman ölüm yok ki ucunda!” Sonra ferahladım, ne zaman işlerim ve kafam ferahlarsa o zaman yazacağıma karar verdim; öyle de yapıyorum ve karşınızdayım!

Buralara yazmadığım zamanlarda neler yaptım? Hiç hoş olmayan, her anlamda canımın çıktığı bir ay oldu benim için. Yılsonu olması nedeniyle ofisteki işlerim ölümüne yoğundu. Sabah 08.01’de başlayıp, aralıksız devam eden bir koşuşturmacanın kalbinde buldum kendimi.  Her işyerinde genelde yaşandığı üzere yılbaşı hediyeleri, sepetler, davetler, bütçeler derken benim de patronumun ajandası ağızına kadar doluydu. Böyle olunca benim de tüm bu tatsız koşturmacada elim, bacağım oluyor... 


Bu koşuşturmaca sırasında akşam eve  geldiğimizde ya da haftasonlarına deşarj olmak istedik eşimle beraber. Ancak soğuk, kasvetli, her an yağmurlu geçen bir ay boyunca burnumuzu çıkartamadık dışarıya. Ufak yemek molaları, bayılmasak da hava değişikliği olarak gördüğümüz avm gezileri haricinde doğanın içinde olup, yüklendiğimiz pis elektriği atamadık üzerimizden. Hal böyle olunca da insan şişiyor, şişiyor, şişiyor... Arada kuru bulduğumuz birkaç haftasonunda çıktık doğaya ama tatmin etmedi bu kısa geziler bizi. Bari  sosyal olarak kendimizi kurtaralım diye arkadaşlarımızla ev gezmeleri yaptık, özlem giderdik.


Tüm bu eve kapanma hallerinin sonunda eve baka baka bir çok problem çarptı gözümüze. Evimizin banyosu, iç kapıları, dış kapısı, koltuk kumaşları derken evimizi aldığımızdan beri iki senedir üzerini örttüğümüz her problemi farkettik acımasızca. Hem evimizin işi görülsün, hem de bize biraz meşkale olsun diye evde ufak yenilemeler işine giriştik. Büyük tadilat işi olmadığı için çok uğraştırmadı bizi. Yine de haftasonlarımız usta beklemekle, haftaiçi akşamlarımız ise ustaların bıraktıkları pislikleri temizlemekle geçti. Daha bitti mi dite sorarsanız, bitmedi. Bu ay içerisinde tamamlayacağımız, siparişlerini verdiğimiz işler var, ha gayret! Sırada bir tek mutfak yenileme işimiz kaldı ama onu artık önümüzdeki senenin kış dönemi can sıkıntısına bırakmaya karar verdik.


Bu uğraşlarımızın dışında bizi en uğraştırmayan ama en mutlu eden varlıklar ise iki kuzu kedimiz oldu. Sağlıkları ve keyifleri çok yerinde, battaniyeye sarılıp bütün gün uyuma mevsimi olan kış aylarını en verimli şekilde geçirmek konusunda çok hevesliler. Yaz aylarında çok ısrar etsek de yanımıza yanaşmaktan pek keyif almayan hanımlar, şimdi her fırsatta sırnaşacak yer arıyorlar ve gece gündüz tepemizdeler. Mevsim gereği bol bol semirdiler, tüy dökmeleri durduğu için ise iyice tüylendiler. Dobiş dobiş hayatlarını geçiriyorlar.



Başlığa attığım “Neler oldu, neler!?” cümlesine pek yaraşır bir yazı olmadı ama bizim hayatımızda da bunlar oldu işte J