28 Kasım 2016 Pazartesi

Gemi ile Yunan Adaları - Santorini: Anne Baba Tatili Bölüm 3

Gemi ile Yunan Adaları turumuzun 3.sabahında gözümüzü Santorini adasının kıyısına paralel olarak giderken açtık. Sahil şeridine öyle yakın gitti ki gemimiz, tam bir sahil turu yaptık keskin uçurumlara doğru. Bir yandan güneş yeni yükseliyor, bir yandan limonata gibi yazı geride bırakmış bir hava ve yanda sevgili, güzeldi...




Gemimiz Santorini limanına vardıktan sonra küçük teknelerle kıyıya taşındık. Kıyıdan yerleşime gitmenin tek yolu teleferikle ya da motor teknelerle ilerlemek. Çünkü Santorini adası fiziği gereği tamamen uçurumlu ve yolsuz bir ada. Biz de kıyıya vardıktan sonra oradan motor tekneye binip meşhur kartpostallık Oia'ya doğru yola çıktık. Plansız programsız hareket etmemiz sebebiyle keşke teleferikle Fira'ya çıkıp oradan atv kiralasaydık dedik ama olsun bu da bir tecrübeydi bizim için.




Motor tekne ile Oia'nın sahiline vardıktan sonra servisle merkeze çıktık. Ardından da meşhur manzaraya... Evet,vnefes kesici... Böyle bir manzaraya şahit olmamıştık canlı gözlerimizle... Ancak oraya varışımız neredeyse öğle saatleri olunca Oia'nın tepesindeki güneş bizi biraz yordu. Bilhassa taş yollarda kızan güneş bizi kavurdu ama vazgeçmedik güzelce gezdik. Oia'da yamaca kurulmuş özel havuzlu otelleri, şık butikleri izledik. Karar verdik ki evet manzara güzel ama tadını çıkartmek istiyorsan yamaçtaki otellerden birinde bir gece bile olsa kalacaksın. İnşallah bir daha gitmek kısmet olur da yaparız ömrümüzde...




Oia'dan sonra yine minibüs servise binip Fira'ya geçtik. Oia gibi manzara sahibi olmasa da daracık sokakları, butikleri, restoran ve çeşitli dükkanlarıyla gezmesi çok keyifliydi. Güzel yemek ve başka bir yerde de tatlının ardından teleferiğe binip kıyıya indik. Aklınızda olsun ki kıyıdaki hediyelik eşyacılar çok daha ucuz. Alacaklarınızı merkezden değil de limanın oradan alırsanız ciddi avantaj sağlayabilirsiniz.




Santorini gezimizin sonunda ise yeniden motor teknemize binip gemimize vardık. Yani Santorini adsında tam bir daire çizmiş olduk. Tek günümüz olduğu için çok istediğimiz plajlara gidemedik. bilhassa Black Beach yani siyah plajı göremedik. Olsun, bir daha gelmek için bahane olsun bize.





Gemi ile Yunanistan seyahatimizin son gezi günü de böylece bitmiş oldu ve gece boyunca yine yoldaydık. Sabah olduğunda Kuşadası limanına vardık,iniş işlemlerimizi tamamladık. Akşamüzeri ise İzmir'den uçağımıza binip evimizin yolunu tuttuk.




Bu yazılarda oğlumuzun bahsini geçirmemiş olsam da kuzumuz evinde anneannesiyle beraberdi. Şanssızlığımıza 1 senedir hastalanmayan çocuk bir anda çok ağır bir hastalık geçirdi... Aklımız kalbimiz hep evdeydi, üzüldük dönmek istedik ama güvende olduğunu bildiğimiz için programımızı bozmadık... Eve geldiğimizde ise sarılmalara, öpmelere doyamadık...


İşte gemi ile Yunan Adaları turumuz böyle geçti. Anne baba olarak yenilendik, dinlendik ve kendimize geldik. Hem oğlumuza, hem de birbirimize daha verimli olduk.

16 Kasım 2016 Çarşamba

Gemi ile Yunan Adaları - Mikanos: Anne Baba Tatili Bölüm 2

Evet bir önceki yazımda kaldığım yerden devam etmek isterim. Eğer hala o yazımı okumadıysanız şuraya tıklayarak yeni pencerede okuyabilirsiniz.



Oldukça zorlu bir gemiye binişin ardından (pasaport vb konularda felaket bir düzensizlik sözkonusuydu) kamaramızın önünde bulduk kendimizi. Tabi bavullarımız da gelmiş ve ilk gemi kamarası tecrübemize doğru hazır bekliyoruz. Bir yandan da tüm gün gezmiş olduğumuz için yorgunluktan kırılıyoruz. Biz fiyatı sebebiyle balkonsuz, camsız iç kamaralardan seçtik. İyi ki de öyle yapmışız, balkon olsaydıy da kullanmayacakmışız ve tüm günümüzü dışarıda geçirecekmişiz. Neyse,mühim değil...

Penceresizlik çok alışık olduğumuz bir şey değil tabi,bunu yoksayamayız. Zaten dar bir alan, zaten alçak tavanlar, zaten gemide olma fikri geriyor derken bir de penceresizlik ilk başta geriyor insanı ama yorgunluk işte,her an her yerde baygın uyuyabilir yapıyor insanı.

Kamaramızda geminin eğlence müdürünün sesiyle ilkiliyoruz. Çeşitli anonslar yapılıyor, gemi kurallarından kısaca bahsediliyor ve bizi biraz sonra yapılacak acil durum tatbikatına çağırıyor. Tatbikata katılıyoruz, kurallara uyuyoruz ve sonrası odaya dönüşle beraber yorgunluktan bayılmaca...

Turumuzun programı hep gece yolculuk, gündüz adalarda durmak şeklindeydi. Yani gözümüzü Kuşadası'ndaki limanda kapatıp,ertesi sabah Mikanos'ta açtık. Gemide kahvaltımızı ettikten sonra hiçbir program yapmadan karaya ayak bastık. Anne baba olunca ve yanında çocuk olmayınca programsızlık denen şey insanı keyiften öldürüyor resmen,o kadar diyeyim... Gemiden inip limandan çıktıktan sonra karşımıza ilk gelen araba kiralamaya girdik, minnoş bir Smart araba kiraladık, işletmecinin verdiği haritayla gideceğimiz plajı seçtik ve bas gaza! Tabi Smart ile öyle gaz falan basılmıyor da anlayın, lafın gelişi.



Adadaki popüler ve maksimum seviyede gürültülü plajlar yerine arkadaşlarımızın da tavsiyesiyle Elia isimli plaja gittik. Araba kiralamadaki işletmecinin "çok uzak" diye seslendirdiği plaj sadece yarım saat mesafedeymiş. Yani Mikanos küçük bir ada,gözünüzde büyütmeyin. Ayrıca İstanbul'da yaşıyorsanız trafik ve mesafe anlayışınız çok farklı oluyor...



Elia plajına vardığımızda ilk anda aşık olduk. Sakin sessiz, turkuaz deniz, mükemmel zevkli dekorasyon, dünyanın en rahat şezlongları derken kendimizi deniz sırasındaki ilk şezlonglarda bulduk. Plajın görevlisinin para almak için yanımıza gelmesi yarım saat sürdü. Yani Türk kafamızı çalıştırırsak, o yarım saatte denize girip çıkıp gidebilirdik. Medeniyet işte...

Hemen Elia'nın mis denizine girmek niyetindeydik ki ayağımızı bir soktuk,ben böyle soğuk deniz görmedim! Kaç derece bilmiyorum ama çok çok soğuktu... Benim girmem sanırım yarım saati buldu. Yüzdükçe ısınır, alışır ya insan soğuk suya, alışamadık. YüDükçe hala ayklarımız buz gibiydi. Ben ki soğuk debiz sevmeyen bir insan, keyif alamadım bu nedenle. Sonunda dayanamayıp çıktık yarım saatin ardından. Buz tutmuş vücutlarımızı sıcacık güneşe bir yaymışız, yayış o yayış, öyle yemeğine kadar kımıldamadık.

Daha evvel yurtdışında denize girmemiştim. Yani sadece Türk plahlarındaki deniz kültürünü bilirim. Avrupalılar pek keyifliymiş. Çıt yok, herkes sessiz sakin konuşuyor, denizde çığlık kıyamet yok,kimse birbirine bakmıyor,klübe gidermiş fibi giyinmiş makyajlı kadınlar yok, herkes normal mayolu bikinili... En saçma ama dikkati çeken konu ise kurulanmamaları oldu. Yani denizden çıkıyorlar, kendilerini pat diye şezlonga atıyorlar. Denizden çıkıp da havlulara sarınıp kurulanan sadece bizdik. Sanıyorum ki milletinizde yaygın olan "üşütme" mantığıyla gelişmiş ve hepimizi sarmış bu kurulanma alışkanlığı.

Bu mükemmel keyifli plajın akşamüzerine kadar tadını çıkarttık. Sonrasında minik arabamıza atlayıp merkeze geri döndük. Merkezde meşhur yeldeğirmenlerini görmeden Mikanos gezisi olmazdı tabi. Daracık yollardan kıvrılıp değirmenlere geldik, manzarayı izledik.





Arabamızı kiralama şirketine geri teslim ettikten sonra gemi yolunu tuttuk, temizlenip paklanıp, yemeğimizi yedikten sonra tekrar gemiden inip bu defa da merkezin tadını akşam çıkarymaya gittik. Merkezdeki çarşının, ara sokakların, eğlenceli ışıl ışılllığın tadını anlatamam. Bayıldık... Tüm akşamımızı Mikanos'un sokaklarında geçirdikten sonra gemimize geri döndük ki uyuyup ertesi günkü Santorini gezimize hazır olalım.


Lafın sonunda biraz da Mikanos'tan bahsetmeden olmaz... Bildiğiniz Yunan adası... Beyaz evler,mavi duvar üstleri, çorak... Çorak derken şaka yapmıyorum, sadece toprak ve çalı çırpı var; ağaç görmedim hiç... Bizim Ege ve Akdeniz kıyılarındaki gibi denize değen çam ormanları beklemeyin. Ayrıca yavaş hayatlı, geniş insanlar... Rahatlar, sakinler; Kıbrıs ya da sahil kasabaları gibi düşünün... Merkez dışında hiçbir aktivitesi yok. Sahil şeridi boyunca çeşitli özel ve halk plajları var, o kadar. Merkez ise tadından yenmez... Dar sokaklar, ışıl ışıl lambalar, koyu sohbetler, lezzetli yemekler, bol kahkaha.

14 Kasım 2016 Pazartesi

Meryem Ana Kilisesi, Şirince ve Kuşadası: Anne Baba Tatili Bölüm 1

Evet, bir önceki yazımda bahsettiğim "anne ve babaların da tatile ihtiyacı vardır" başlığının tatil kısmısına gelmiş bulunuyoruz. Anne baba olarak sevgili kaçamağımızda neler yaptık, nereleri gezdik, kısacıktan anlatacağım.

Bu kaçamağı aklımıza soktuğumuzda Can oğlumuzun uykuları sırasında uzun uzun gezindim internette. Mevsim sebebiyle Kıbrıs mı olsa, güneye mi insek diye iyice alternatif arayışına girdim. Sonra topladık çıkarttık böldük çarptık ki gemi ile yapacağımız kısa bir Yunanistan adaları gezisi, Kıbrıs ya da benze bir tatille aynı fiyata, hadi az daha pahallısına geliyordu. Tam da düşündüğümüz tarihler arasında bir gemi ile Yunanistan Santorini ve Mikanos turu bulunca fırsata hoop atladık ve satın aldık.

Daha evvel kısa bile olsa gemi ile bir seyahatimiz olmamıştı ikimizin de. E Yunanistan'a da gitmemiştik; baldan tatlı bir paket oldu bize anlayacağınız.


Uzun giriş lafının sadedinde turumuza geçmek isterim.

Gemimiz Kuşadası limanından kalkacağı için uçakla önce İzmir'e geçtik. orada havalimanından direkt Havaş otobüsüne atlayıp Kuşadası'na vardır. ancak evden kaçan masum köylüler olunca, 2q.30'da kalkacak gemiye binmek için sabah 10.00'da Kuşadası'na varmıştık. ne yapalım, diyorum ya kaçasımız varmış...


Neyse Kuşadası'na varınca hemen merkezdeki Avis oto kiralamaya gittik, arabamızı kiraladık, bavulumuzu bagajımıza attık ve yola çıktık. Kuşadası'na günübirlik bile gelmiş herkesin programını uyguladık biz de; Şirince ve Meryem Ana'ya gittik.

Önce biraz korkutucu ama o kadar da muhteşem olan Şirince yollarını tırmandık dağların arasından. Korkutucu derken şaka yapmıyorum, gidiş geliş ve uçurum kenarı. Bilhassa çıkış sırasında yolcu tarafında oturup da aşağıya bakmak geriyor insanı. Sonunda vardık merkeze ve girişteki otoparklardan birine parketyik arabamızı. Bir trafik,bir kalabalık, bir sıkışık dapdar yollar, bir yapış yapış omuz omuza yürüme ki sormayın; sinir olduk. Ancak sevgili kaçamağı olunca sinirlenmek yok, her dakikanın tadını çıakrtmak var. Önce öğle yemeğimizi yedik, sonra dükkanların olduğu ara sokakları güzelce dolaştık. Dükkanlarda da özel bir şey bulamadık ama bakındık işte. Her zaman olduğu gibi bizim Can oğlana çalıştık, şile bezinden gömlek almadan ayrılmadık oradan. Bu gezimizin ardından başka bir restorantta da tatlı ve çay keyfimizi yaptık. Eh bitti Şirince bizim için... Arabamıza geri atlayıp, trafikten zar zor kurtularak dağ yolundan gerisin geriye indik bu defa. Her zaman,her yerde olduğu gibi dönüş yoku daha kısa ve kolay geldi.






Merkeze indikten sonra biraz ileride Meryem Ana sapağından girmeden olmazdı. Ah o Meryem Ana'ya çıkan yol, çam ormanları, mis koku ve akşam üzeri vuran altın ışıklar. Miss miss! Yine arabamızı parkettikten sonra keyif yapa yapa Meryem Ana Kilisesine doğru yürüdük, ziyaretimizi yaptık, mumlarımızı yaktık. Oraya gidip de ağaçların altındaki çay bahçesinde akşamüzeri çayı içmeden olur mu, olmaz... O keyfimizi de yaptıktan sonra yavaş yavaş Kuşadası'na dönüş yolumuza geçtik.





Kuşadası'na varış saatimiz tam günbatımıydı. Bilindiği gibi Kuşadası'nda güneş denize batar ve bu manzara en güzel Kuşadası'ndaki kaleden izlenir. Biz de anne baba değil de iki romantik sevgiliymişcesine güneşi el ele batırdık kaleden doğru. Dedik ya romantik kaçamak diye...




Kiraladığımız arabayı ofise teslim etmedeb önce merkezde yemeğimizi de yedik ve bavulumuzla beraber limana doğru yürüdük. Gemimize yerleşmemiz biraz meşakkatli olsa da işte yola çıkmaya hazırdık, tatil başlasın!

8 Kasım 2016 Salı

Oğlumuzla Yaşadığımız Beslenme Sıkıntıları


1 Eylül 2015 Doğumlu Can oğlumuz malesef ki doğduğu günden beri yemek konusunda sıkıntılı... Blog yazılarımda bu genel iştahsızlıktan hiç bahsetmemiş olsam da günlük hayatımızda 14 aydır her gün, her öğün savaştığımız bir gerçek. Sebebini ise bilmiyoruz; genetik, karakter...

En başından özet geçmek isterim. Can oğlumuz doğduğu günden itibaren çok şükür ki sütüm artarak gelmeye başladı. Hatta ilk haftalarda bebeğin meme emme sıklığına ve miktarına alışamanış her meme gibi bende de gereğinden fazla üretim vardı. Bununla beraber Can oğlumuz ilk haftalarda emmede sıkıntı pek yaşamamış olsa da ilk andan itibaren hep az emen bir çocuk oldu. İlk ay belli bir emme düzeni oturttuk, eş zamanlı sütlerimi sağdım, öyle böyle gerekli kilosunu da aldı. Ancak ikinci ayda bir anda emmemeye başladı, memeyle kavgalar, açlık krizleri... Yetersiz emince de kilo almamaya başladı. Bu sırada bebek emmedikçe benim sütüm azalmaya başladı. Zaten bu kısır döngüye girdiğinizde kartopu misali büyüyerek yuvarlanıyorsunuz aşağıya. Doktor kontrollerimizde kilo alımı her ay ciddi şekilde azaldı ve çok geride kaldı. Yüzü süzüldü, boyu uzamaya devam ettiği için sıskalaştı, etsizleşti. Bu sırada piyasadaki tüm formül mamaları denedik ama hiçbirini içmesi gereken kadar içmedi. Sonunda 4. aya geldiğimizde doktorumuz da biz de ne kadar istemesek de hafif hafif ek gıdaya başladık. Sütü sevmiyor belki dedik.. Ek gıda da fayda etmedi, yemedi içmedi... Bazı ay oldu hiç kilo almadı... kuvvetli vitamin takviyeleri, ek gıda takviyeleri derken 14 aylık oldu.



İki hafta evvel artık ipleri bıraktım, teslim oldum, kuralları kaldırdım... En büyük kural olan mama sandalyesi kalktı evden; yerde serbest yiyiş başladı. Sağlıklı yemek kuralı da kalktı; hafif yağda incecik kızartmalar bile başladı. Biliyorum söylediklerim sağlıklı değil ama yemeyen çocukla her şey mümkün.

Hep derim ya annelik oyuncak toplama ve tükürdüğünü yalama sanatıdır. Yapmayacağım dediğin her şeyi yaptığın günü görmednen ölmezmişsin. Asla olmayacağım dediğim, çocuğun peşinden yemekle koşan annelerden oldum. Ayrıca oğlumuz kaşığı ve sulu yemekleri reddediyor. Sadece tabaktan ve parmak yiyecekleri kabul ediyor ki onda da sağlıklı alternatif öyle az ki... Bir de bu alternatiflerden çoğunu sevmediği düşünülürse durum daha da vahim oluyor.



Peki 14 aylık Can oğlumuz ne yiyiyor; sabahları 1 tam yumurtadan omlet yiyiyor (eğer peynir, avokado vs eklersem bitiremiyor), bazen pancake yapıyorum, etsuyu çektirilmiş makarna, minik misket köfte, grisini, ekmek, muz, patates, kek, börek...vb. Bu gibi yiyecekleri plastik tabağına kare kare kesip koltuğun üzerine koyuyoruz. Salonda koşarak,oyun oynarayak, arada kendisi alıp arada da biz ağızına vererek bir şekilde yiyiyor. Unutmamak gerekiyor ki yemek yeme işi oyunla bölündüğü için uçsuz bucaksız sürüyor, 1 saatte 1 omlet bitemeyebiliyor. Ancak iştahsız çocuğun problemi öyle fırt diye çözülmüyor malesef... Yediği miktarlar hala öyle az ki... Boyu yaşıtlarına göre çok uzun olmasına rağmen kilosu yaşıtlarının çok altında; yani sıska bizimkisi...

Can oğlumuz doğduğundan beri yaşadığımız yemek maceralarımız bu şekilde oldu. Çocuğunuzu görmeden, yaşamadan kurallar koymayın. İkinize de en uyan şekilde devam edin her zaman... Mükemmel anne olmak zorunda değilsiniz, mükemmel çocuk olmak zorunda değil. Instagram'da boy boy gördüğünüz cok cok meme emen ya da çorba kaşığıyla löp löp fasülye yiyen çocuk sizinki olmayabilir, zorlamayın... Sağlıklı olduğu müddetçe mutlu olun.